11 Ekim 2013

Di/Do = Hi/Ho (Dört Köşe #03, Kasım 2012)

Şimdiki düzende ne ara anlatılıyor bilmem ama bizim ortaokul yıllarında, biraz da adını çağrıştırdığı gofret sebebi ile severek ezberlediğimiz bir formüldür yazının başlığında yer alan. Formülde yer alan “o” gerçek nesneyi tanımlarken “i” ise ders kitabındaki ifadesi ile “zahirî” nesne için kullanılırdı. Zahirî'nin sözlük anlamı “görünen, görünürdeki” olarak geçiyor; Türkçe'sine aynı zamanda “sanal” da deniyordu.

Neydi peki sanal görüntü? Bir nesnenin gerçek olmayan, ama sizin algınıza yansıdığı şekline deniyordu. Nesne yerine bir bilişim kaynağını, sizin yerinize de bir bilişim servisini koyun, üç aşağı beş yukarı işin bizim camiadaki özetini yazmış oldunuz.

2005'ten sonra sunucu sanallaştırma ile popülerlik kazandı sanallaştırma kavramı. Ancak baktığınızda, sadece sunucu sanallaştırmanın bile 50 yılı aşkın bir geçmişi var. Kaldı ki sunucu sanallaştırmanın yıldızı bu kadar parlamadan önce bile depolama sanallaştırma, ağ sanallaştırma teknolojileri bilişim hayatının doğal bir parçası olarak yer alıyordu.

Bilişimde sanallaştırma dört temel işlevle kullanılıyor. Bunlardan bir tanesi sahip olunan bir kaynağın birden fazla kaynak şeklinde tanımlanması; bir fiziksel sunucu üzerinde dört sanal sunucu tanımlamak bunun en basit örneği. İkinci işlev ise tam tersi; birden fazla fiziksel kaynağı tek bir sanal kaynak olarak gösterme. WEB tabanlı uygulama sunucuları için kullandığımız yük dengeleme ya da sabit diskler ile oluşturduğumuz RAID dizinleri buna uygun örnekler. Bazen de bir bilişim kaynağını aslında olmadığı yerdeymiş gibi göstermek için kullanıyoruz sanallaştırmayı. Ya da bir bilişim kaynağını aslında olmadığı bir kaynak olarak göstermeye yarıyor; aslında disk olan bir cihazı teyp kütüphanesi olarak tanıtabiliyorsunuz sisteme.

Aslında bu noktada aynalara ve merceklere dönüp bakmak da mümkün belki. Optik teknolojilerini kullanarak da bir cismi olduğundan büyük, küçük, olduğundan farklı adette, farklı yerde, farklı renkte gösterebiliyorsunuz.

Peki niye?

Aklıma ilk gelen iki madde sırasıyla işlevsellik ve verimlilik.

Öncelikle, bilişim kaynaklarını fiziksel limitlerinden kurtardığınızda bu kaynaklar ile yapılabilecekleriniz çok daha fazla alternatife kavuşuyor. Beş tane 1 Gbps hızında ağ bağlantısını 5 Gbps'lik tek bir hat gibi tanımlayabiliyorsunuz; yetmiyor onu da içinde farklı mantıksal ağ bağlantılarına bölüp 5 Gbps'nin ne kadarını hangi ağın kullanacağını dinamik olarak ayarlayabiliyorsunuz. Aynısını sunucular, depolama birimleri için de yapabiliyorsunuz. Bir de bunları bir arada kullandığınızda, buyurun, hayal gücünüze kalmış gerisi.

Bu da haliyle yanında verimliliği getiriyor. Sanallaştırma kullanmadığınızda her bir fiziksel sistemi gereksinimin tepe noktası ile ölçeklerken, oluşturulan mantıksal havuzlarda belirli bir anda oluşabilecek toplam tepe noktası gereksinimini temel alıyorsunuz. Bu da her zaman ayrı ayrı tepe noktaları toplamından küçük oluyor.

Devrin hesap devri olduğunu konuştuğumuz bugünlerde sanallaştırmanın getirdiği esneklik ve verimlilik, bilişim altyapılarının olmazsa olmazı durumunda. Sanallaştırma felsefesi bu yönleri ile bulut bilişim teknolojilerinin de temelini oluşturuyor.

Yine de dikkat edilmesi gereken bir nokta var. Sanallaştırma bir amaç değil bir araç sadece. Bilişim çözümlerinde esas olan, iş hedeflerimizi belirleyip gerekli bilişim teknolojilerinden en iyi şekilde yararlanmak olmalı.

Gerçek amacımızı görmek için de her zaman mercekle bakmamıza gerek yok; çoğu zaman çıplak gözle de görmek mümkün.

Bu yazı daha sonra düzenlenerek Telekom Dünyası'nın 123. sayısında yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder