25 Kasım 2013

güm, Güm, GÜM! ... Güm?

Davul dediğin deyimlere konu olmuş; sesi uzaktan hoş gelir diye. Doğru gerçekten de. Yaklaştıkça daha başka bir şeyin sesini duyamaz oluyorsun çünkü. Tek başına da çekilmiyor meret. Yine de garip bir cazibesi var, illa ki eline alıp iki de sen vurmak istiyorsun. Ama yanına varıp tokmağı da eline alınca... O zaman iş değişiyor.


Zurna gibi de değil bu meret; üflemenin usulünü bilmezsen ses çıkartamazsın zurnadan. Oysa tokmağı her eline alan iyi-kötü bir gümletir davulu. Gümletir de, ona çalmak denir mi? Bak orası sana kalmış. Bakma başkasına, davuldan çıkarttığın sesten sen memnunsan ne ala. Ha, ama kendin de beğenmediysen çaldığını, bırak tokmağı, geç uzağa. Bırak da çalabilen çalsın.

Özet; arası yok bu davul işinin. Ya ehline bırakacaksın, sen uzaktan dinleyeceksin. Ya da tokmağı alıp benim çalabildiğim bu diyeceksin.

İkisinin arasında gerçekten de çekilmez oluyor.

10 Kasım 2013

Peki, Korkuya Ne Yol Açar?

Star Wars Episode I - The Phantom Menace fiminde, benim de çok sevdiğim bir replik var. Jedi sanatlarında olduğu kadar devrik cümle kurmada da usta sayılan Usta Yoda, genç Anakin'i Jedi konseyine getirdiklerinde bakar ve der ki "Fear is the path to the dark side. Fear leads to anger. Anger leads to hate. Hate leads to suffering. I sense much fear in you"

Büyük düşünür, o veciz sözleri söylerken...
Türkçe'ye "Korku karanlık tarafa giden yoldur. Korku öfkeye yol açar. Öfke nefrete yol açar. Nefret acı çekmeye yol açar. İçinde çok fazla korku hissediyorum" şeklinde çevirebileceğimiz bu vecizede aslında efsane 6 filmin baş kahramanı olan Anakin Skywalker/Darth Vader karakterinin dönüşümünü özetliyor Usta Yoda.
 
İnsanoğlu çoğunlukla ileri yönelik düşünüyor. Filmlerin yaratıcısı George Lucas bu konuda bir istisna. 1977'de sinemalarda gösterilen ilk film "Bölüm 4" olarak gösterilmişti. Adam bölüm 5 ve 6'yı çektikten 16 sene sonra döndü, yukarıdaki sözleri de içeren Bölüm 1'i çekti.

Ben, aynı geri düşünme mekanizmasını bizim "Korku - Öfke - Nefret - Acı Çekme" sıralamasında da çalıştırmak istiyorum. Evet, Anakin'i korktuğu dönemde tanıyarak başladık hikayemize. Peki ya öncesi? Korkudan önce ne var?

Aklımın erdiğince insan bir şeyi kaybetmekten korkuyor. Hayatını, sağlığını, sahip olduğu herhangi bir şeyi yitirmek insanı korkutan.

Bir şeyi sahiplenmek için de o şeye bağlanmanız, onu vazgeçemeyecek derecede istemeniz gerekiyor.

Ve, bir şeyi vazgeçemeyecek derecede istemek için de onu sevmeniz; çok çok sevmeniz.

Bu bakışımla, az önce saydığım silsilenin başına "Sevgi - Bağlanmak - Sahiplenmek" diye bir üçlü daha koymak mümkün.

900 küsur yıllık ömrünün ilk zamanları hakkında çok fikir sahibi değiliz kendisinin. Ama Usta Yoda'da diğer Padawan'lar gibi çok küçük yaşta ailesinden alınarak yetiştirilmeye başlanmışsa, muhtemelen Anakin'in annesine duyduğu sevgiyi anlayamadığı için sadece içindeki korkuyu hissetmiş ve buradan yola çıkmıştır konumuz olan veciz sözlerine.

Halbuki bakarsanız çok net görebilirsiniz ki, önce annesine, daha sonra Padme ve potansiyel çocuklarına duyduğu sevgi ve bu sevgiyi yitirme korkusu Anakin'i yoldan çıkartmış ve bütün bir galaksinin acı çekmesine neden olmuştur.

Uzatınca "Sevgi bağlanmaya yol açar. Bağlanmak sahiplenmeye yol açar. Sahiplenmek korkuya yola açar. Korku öfkeye yol açar. Öfke nefrete yol açar. Nefret acı çekmeye yol açar." şekline getirebileceğimiz cümlenin beni çok korkutan bir yönü var.

İçimde çok fazla sevgi hissediyorum.

02 Kasım 2013

Yeşil Telefon Devrimi (Dört Köşe #15, Kasım 2013)

Pek çoğumuzun çocukluğunun en aşina objelerinden birisidir çevirmeli yeşil telefon. İş amaçlı teleks,
tebrik amaçlı telgraf gibi şeyler de vardı da dünyada, toplumumuzun telekomünikasyon olarak algıladığı konunun %90’ını oluşturuyordu bu cihazlar. İkide birde değişme imkanı da olan bir şey de olmadığı için 1970’li yıllardan tuşlu telefonların piyasada yaygınlaştığı 1980’lerin ortalarına kadar, kabaca 15 sene boyunca üzerlerine serilen dantelleri ile birlikte hafızamıza yer etmiştir.

Oysa 15 senelik bilişim kariyerim boyunca şu an 11. cep telefonumu kullanıyorum. En basitinden walkman özelliklisine, akıllı telefonuna kadar her çeşidi bir şekilde kullanmak durumunda kaldım. Şu anda da oldukça iyi model bir akıllı telefona sahibim de… İlginç olanı, bu cihazı yine yeşil telefon olarak kullanıyorum.

Ne hikmettir bilinmez, popüler tüm mobil işletim sistemlerinde telefonla arama yapma simgesi yeşil. Eşinizi dostunuzu mu arayacaksınız? Hop, hala yeşil telefona sarılıyorsunuz.

Yalnız, bu ara sesli telefon görüşmesini de geçen bir konu var. Ne garip ki simgeleri ağırlıklı olarak yeşil renkte olan anlık mesajlaşma uygulamaları.

İğneyi kendime batırarak başlıyorum da toplum olarak pek bir iletişir olduk. Parkta, sokakta, evde, iş yerinizde bir bakın. Herkes herkese mesaj yazıyor. WhatsApp, WeChat, FaceBook Messenger, Skype, Viber, iChat, FaceTime ve daha burada saymaya sayfanın yetmeyeceği bir sürü anlık mesajlaşma uygulamasını her telefonda illa ki bulunan SMS imkanıyla da birleştirince ortaya korkunç bir iletişim resmi çıkıyor. Twitter, Facebook gibi mikro bloglara atılan iletileri de saymadım daha.

Bunun günlük kullanımının yanında bir de kurumsal yansıması var muhakkak. IP tabanlı telefon diye başlayan ağ tabanlı iletişim ürünleri bugün kurumsal pazarda da tümleşik iletişim çözümü adı altında bir yelpaze olarak karşımıza çıkıyor. Ama yine de bu çözümlerin de en yaygın kullanılan bileşeni anlık mesajlar. Microsoft, Cisco, Polycom gibi bu konuda lider çözüm üreten firmalarını kullanan kurumlarda da insanlar niyeyse karşısındakileri arayıp görüntülü konuşmak gibi bir imkan varken, tuşları tıkırdatarak karşıdaki insanla iletişim kurmayı tercih ediyor. Yalnız, biraz daha kurumsal bir hava katmak için olsa gerek, kurumsal mesajlaşma uygulama simgelerine mavi renk hakim.

Gerek bireysel, gerekse de kurumsal kullanımda olsun, bu mesajlaşma olayı telekomünikasyon dünyasının en önemli gerçeklerinden birisi haline geldi. Resim, http linkleri vb. şeyleri konuşarak karşımıza aktaramadığımız için tercih ediyoruz sanırım anlık mesajlaşma çözümlerini. Gerektiğinde sesli ve görüntülü görüşebilmek, ücretsiz internet hizmetleri üzerinden iletişim kurabilmek, dünyanın dört bir yanı ile oldukça düşük ücretler karşılığı iletişim kurabilmek de bu çözümlere olan ilgiyi popüler kılan birkaç öğe.


Yalnız işin bir de insan evrimi ile ilgili değişik bir boyutu ortaya konuldu. Yeni nesil mesaj yazma ve oyun konsolu kullanma gibi alışkanlıklarından ötürü başparmaklarını işaret parmaklarından daha fazla kullanır hale gelmiş durumda. Kapı zilini başparmakla çalmaktan tutun da, yön göstermeye kadar pek çok işi başparmaklarını kullanarak yapan bir nesil çıktı ortaya. Motorla’nın UCLA ile yaptığı bir çalışmada, bu aletleri kullanmada önde gelen ülkelerden Japonya’da Oya Yubi Sedai (başparmak kuşağı) olarak adlandırılan bir kuşağın oluştuğunu ve bu kuşağın sadece başparmak kullanarak dakikada 40 kelime yazabildiğini ortaya çıkarıyor (tavsiye ederim, kaynağından okuyun http://classes.dma.ucla.edu/Winter03/104/docs/splant.pdf)

İletişim devrimi telefonun rengini değiştirememiş olsa bile kullandığımız parmağımızı değiştirmiş. Yeşil telefonu işaret parmağımızla çevirirdik biz. Şimdi yeşil simgeye başparmağımızla basıyoruz.

Bu yazı daha sonra düzenlenerek Telekom Dünyası'nın 135. sayısında yayınlanmıştır.

Telefonlardan Zil Sesi Kaldırılacakmış (Post PC #06, Kasım 2013)

“Dürüst, Tarafsız, Ahlaksız Haber” sitemiz Zaytung’a yakışır bir başlık da olurdu ama gerçekten de zaman zaman aklıma gelmiyor değil bu yazdığım.

Kabul ediyorum, bilişim sektöründe, home office düzeninde çalışan bir insan olarak akıllı telefonumu yoğun olarak kullanıyorum. Sesli görüşme, e-posta, ve ajanda fonksiyonları benim için çok kritik ve iş olarak yaptığım şeyler bunlar ile sürekli iletişim halinde olmamı gerektiriyor. Her telefonda olduğu gibi benim telefonumun üzerinde de bu işlevlere ait uyarıcılar var; telefon çalıyor ve titriyor, takvim ve e-posta için de uyarıcı ses tonları var.

Bir de sosyal paylaşım tarafım var. SMS, WhatsApp, Facebook ve Facebook Messenger, Foursquare ve zaman zaman da Skype ile iletişim kuruyorum sosyal çevremle. Haliyle, bunlarla da ilgili görsel ve sesli uyarıcılar var telefonda.

Ha, peki gerek var mı? Bakın onu sorguluyorum işte. Çünkü telefon sürekli elimde; cep telefonluğundan el telefonluğuna terfi etti kendisi. Mesaj mı geldi, ben zaten görüyorum. Telefon mu çalacak, daha zil sesi başlamadan, ekranın aydınlanması ile açma işlemlerine başlıyorum.

Şimdi, 45 yaşında benim halim bu. Daha gençler ne haldeler, hayal etmek bile zor diyeceğim de, aslında sokakta doğrudan yaşıyoruz.

Sadece başparmak kullanarak dakikada 40 kelime üretebilen (mrb, slm, tşk kelimeden sayılıyor mu?) bir iletişim nesli yetişmiş durumda. Arkadaşımın kızı var 14 yaşında, onu gözlemliyorum. Sürekli ama sürekli bir şeyler yazıyor; eh birilerinin yazdıklarını da okuyor herhalde. Gene çıtayı bir kuşak üste çekeyim, trafikte bakıyorum gene herkesin elinde. Araba sürerken konuşmayı aştık, mesaj yazanlar var. Ne yalan söyleyeyim, ben de kırmızıda durunca bir göz atıyorum.

Tabi işin sosyal boyutu var, çözmeye benim aklımın yetmeyeceği de, hepimizin ne çok şeyi varmış dünyaya ve arkadaşlarımıza söyleyeceğimiz. Ve ne çok merak ediyormuşuz o söylenecekleri ki, sürekli ne geldi diye bakıyoruz telefona. Hadi gene kendime batırayım iğneyi, geçen akşam ekipçe yemeğe çıktık sosyalleşelim diye. Ben de dahil herkesin elinde telefon. Ve hatta kendimi ekranın ışığı söndükçe düğmeye basarken yakaladım. Cuma akşamı saat olmuş on küsur, kimden ne duymayı bekliyorsam? Tek teselli, bu tür davranışlar sergileme konusunda yalnız olmadığımı bilmem.

Yolda yürürken, parkta otururken, arkadaş sohbetlerinde çantamızda, cebimizde ve hatta elimizde bile değil artık telefon. Doğrudan gözümüzün içinde. E hal böyleyken de, zil sesi olmasa da olur yani.

Bu yazı daha sonra düzenlenerek Hardware Plus'ın 6. sayısında yayınlanmıştır.

Mobil Cihazlar İle Güvenli Bilişim (CeBIT Life 2013 Sayı 2, Ekim 2013)

Gerek bireysel, gerekse kurumsal bilişim yapılarının olmazsa olmazı haline gelen mobil cihazlar da siber güvenlik kavramı dahilinde göz önüne alınması gereken bileşenler kapsamında. Ancak mobil işletim sistemleri çalıştıran cihazlar doğaları gereği klasik masaüstü uç noktalardan çok daha farklı ele alınması gereken bir platform.

Bunun altında yatan temel sebeplerden birisi işletim sistemi ve cihaz yapısından kaynaklanıyor. Mobil cihazlarda kullanılan işletim sistemleri cihaz üreticisinin tercihine göre farklılık gösterirken yanlarında bu işletim sistemlerinin kendilerine has kısıtlamalarını da getiriyorlar. Blackberry, Apple gibi üreticiler tamamı ile kapalı ve kendilerine özel işletim sistemleri geliştirirken, Microsoft masaüstü işletim sistemlerine yakın bazı standartlar sağlamaya çalışıyor. Android ise bilindiği üzere tamamı ile açık kaynak bir platform.

Güvenlik açısından baktığınızda, hangisinin daha iyi olduğuna karar veremediğiniz bir noktaya geliyorsunuz. Evet, kapalı mobil platformlar doğaları gereği daha güvenli gözükebilir. Ancak bu platformlar üzerlerinde zararlı kod analizi yapabilen bir arayüze de izin vermedikleri için bu platformlar için bir güvenlik çözümü üretemiyorsunuz. Android ise açık kaynağın getirdiği pek çok saldırı noktasını bünyesinde barındırmakla beraber size bunun çaresini sunan yazılımları oluşturmanın da imkanını sunuyor.

Kurumsal bir yapıda birden fazla mobil platforma destek vermek söz konusu olduğunda işler daha da karmaşıklaşıyor. Farklı platformlarda ortak güvenlik politikaları oluşturmak platformlar arası uyumsuzluklardan ötürü oldukça zor. Bu noktada mobil cihaz yönetim çözümleri bir nebze olsun imdada koşuyor. Cihazların üzerinde bulunan kaynakların denetlenmesine yönelik eylemler ile farklı platformları daha ortak bir noktada buluşturmak mümkün olabiliyor. O yüzden çoğu kurum mobil güvenlik ve yönetimi bir arada barındıran çözümleri tercih ediyorlar.

Mobil sistemler deyince akla öncelikle cep telefonları ve tablet bilgisayarlar geliyor. Ancak bugün Android işletim sistemi çalıştıran IP kameralar, VoIP telefonlar, medya oynatıcılar, Digital Signage cihazları da yerlerini almış durumdalar.

Mobil güvenlik dünyasında asıl hareket açık kaynak platform olması sebebi ile Android etrafında dönüyor. Kullanıcıya verdiği esneklik nedeni ile siber saldırganlar da burayı hedef seçmiş durumdalar çünkü. İşletim sistemi, Java gibi temel bileşenlerden kaynaklanan açıkları geçin, bunun üstüne şu an itibarı ile çeşitli Android marketlerde yer alan bir milyonun üstünde zararlı uygulama var. Bu uygulamalar vadettikleri işi yapmanın yanı sıra yüklendikleri mobil cihazlar yardımı ile bilgi sızdırma, ücretli servislere mesaj atma, ortam dinleme gibi pek çok zararlı eylemi de gerçekleştiriyorlar.

Bir de konuyu sadece bu cihazların kendi üzerlerinde gerçekleşecek zararlı eylemler olarak görmemek lazım. Mobil cihazlar kendi üzerlerinde çalıştırılamasa bile bağlandıkları ağa zararlı yazılım aktarma konusunda aracı olarak kullanılabiliyorlar.

Mobil cihazlar üzerinde barındırılan verilerin yanlış ellere düşmesi de bir başka konu. Çalınan ya da kaybedilen bir mobil cihaz üzerinde çok değerli kurumsal veriler bulunabiliyor. Ve bu veriler tableti kullanan kişinin bireysel verileri ile yan yana duruyorlar.

Mobil cihazın kime ait olduğu konusu da ilginç bir nokta. Kurumların sahip olup da personellerine dağıttıkları cihazlar üzerinde “bunlar kurumun iş amaçlı varlığıdır” deyip her türlü önleyici ve yönetsel politikalar uygulamak yine de daha kolay. Ancak kişilere ait mobil cihazlarda kurum uygulamaları çalıştırdığınız senaryoda iş farklı bir boyut kazanıyor. Sonuçta bireyler kendilerine cihazlarda keyfiyetlerine uygun her türlü uygulamayı çalıştırma hakkına sahipler.

Burada da imdada mobil çalışma alanı çözümleri yetişiyor. Uygulamalar aslen kuruma ait veri merkezlerinde bulunan sanal mobil ortamlarda çalıştırılıyor ve uygulama sanallaştırmaya benzer bir yöntemle mobil cihazlara aktarılıyor. Kurumsal veriler de yine bu veri merkezinde bulut depolama teknikleri ile tutuluyor. Mobil cihaz güvenlik ve yönetim çözümleri ile birlikte kullanıldığında, kullanıcıya hiçbir şey hissettirmeden belirlediğiniz kurallar dahilinde kurumsal uygulamaları mobil cihazlara aktarmanız mümkün. Mobil cihazın konumu ya da bağlandığı ağ kimliğine bağlı olarak belirli uygulamaların çalışmasına ya da belirli verilere erişimine yönelik politikalar belirleyebilirsiniz. Bu tür çözümlerde hem Android, hem de kapalı platformlarda bu imkanı sağlayan çözümler öne çıkıyor.

Mobil cihazlar ile güvenli bilişim sağlamak üzerinde çok boyutlu düşünülmesi gereken bir süreç. Yine de sağladığı üretkenlik göz önüne alındığında, harcanan çabaya değeceği kesin.

Bu yazı daha sonra düzenlenerek CeBIT Life Magazine 2013 2. Sayı'sında yayınlanmıştır.

e-Devlet Yapıları İçin Siber Güvenlik Çözümleri (CeBIT Life 2013 Sayı 1, Ekim 2013)

Günümüzde devletlere ait işlemlerin de neredeyse tamamı elektronik verilerin işlenmesi ve el değiştirmesi şeklinde gerçekleşiyor. Hemen hemen tüm ülkelerin devletleri, Türkiye’de gerçekleştirilmiş UYAP, MERNİS, TAKBİS, VEDOP gibi otomasyon projelerine yatırım yapıyor ve gerek vatandaşa, gerekse diğer özel ve kamu kurumlarına verdikleri hizmetleri bu sistemler üzerinden sağlıyorlar.

Takdir edileceği üzere bu sistemler içlerinde çok değerli bilgileri barındırıyorlar. Bir devletin kamu kurumlarında bulunan bilgilere sızmak gerek bireysel siber saldırganlar, gerekse diğer devletler tarafından paha biçilmez değerlere sahip olabiliyor.

Elbette her kamu kurumu sahip olduğu bilişim altyapılarına ait kendi güvenlik önlemlerini alıyor. Ancak devletlerin bu bireysel güvenlik yapılarını standart bir yapıya oturtmaları, bu yapıların tamamını tek bir noktadan denetleyerek ülkeye yönelik siber saldırıları tespit etmeleri ve karşı önlemleri almaları günümüz devlet politikaları arasında önem kazanmaya başlayan konulardan.

Her ülkenin farklı bir e-Devlet bilişim alt yapısı var. İncelendiğinde temel iki yapının söz konusu olduğunu görüyoruz. Bunlardan ilki her kurumun kendi veri merkezini ve ilgili servisleri barındırdığı yapı. Söz konusu yapıda e-Devlet projesi münferit kurumların servislerinin tek bir noktadan verildiği bir portal konumunda yer alıyor. Buna alternatif yapı ise konsolidasyon üzerine kurulu. Bu yapıda ise devlet sağladığı tüm bilişim hizmetlerini adedi çok aza indirgenmiş veri merkezlerinden veriyor.

Hangi yapı söz konusu olursa olsun, amaç devlet geneline yapılan siber saldırıları ortaya çıkartmak ve karşıt önlemleri almak. Bir örnek vermek gerekirse, bir ülkenin tarım ile ilgili bir kurumuna yapılan hedefli bir siber saldırı ilgili kurum tarafından tespit edilerek önlenebilir. Ancak, bir devletin tarım ile ilgili birkaç kurumuna eş zamanlarda, birbirleri ile bağlantılı kaynaklar tarafından gelen bir saldırı seti söz konusu ise durum değişecektir. Aynı önem bağlantılı kaynaklardan bir devletin farklı kurumlarına yönelen bir saldırı durumunda da söz konusu olacaktır.

Bu noktada devlet olarak her bir kamu kurumunun sahip olduğu bilincin üzerinde bir ortak siber güvenlik bilinci ve istihbaratı oluşturulması gerekliliği doğmaktadır. Oluşturulacak bir üst komuta merkezi tüm kamu kurumlarından ortak bir biçemde alacağı güvenlik istihbarat bilgisini, iç ve dış siber güvenlik istihbarat kaynaklarından alacağı bilgilerle birlikte bir iş zekası çözümü ile yorumlayarak devletin genelini ya da belirli bir kısmını adresleyen bir siber saldırı olup olmadığı ile ilgili analiz yapacaktır.

Bu iş zekası çözümüne veri sağlanması, kurulan e-Devlet modeli ile farklılık göstermektedir.

Dağıtık yapıya sahip devletlerde, komuta merkezine veri iletilmesi ile ilgili bir standart belirlenerek bu iletime uygun saldırı tespit sistemleri tüm devlet kurumlarında konuşlandırılma yoluna gidilmekte. Temel olarak her bir kurum internet üzerinde işlem yaptığı bant genişliği ile orantılı olarak önceden belirlenmiş birkaç şablondan birisi kurum altyapısına entegre ediliyor. Bu sayede hem tüm kurumlar kendi siber güvenlik sistemlerine sahip oluyorlar, hem de bu sistemlerden üretilen bilgiler, devlet tarafından belirlenen ortak bir standartta komuta merkezine iletilerek burada bir arada analiz edilebiliyor. Bu yapıda her bir kuruma uygulanan çözüm nispeten basit olmakla beraber çok noktanın yönetimi aşılması gereken bir güçlük.

e-Devlet projelerini az sayıda veri merkezinde bir araya getirmiş yapılarda ise senaryo daha farklı. Buralarda, daha az sayıda merkezin yönetilmesi ve bu merkezlerden veri toplanması söz konusu. Ancak bu yoğunlaştırılmış veri merkezlerinin internet ile yaptığı yoğun iletişim göz önüne alındığında, buralarda yapılacak siber saldırılara yönelik analiz için oldukça güçlü ve karmaşık sistemlere ihtiyaç duyuluyor.

Her durumda devlet eliyle toplanan ve devlet kurumlarına yönelen saldırılara ait bilgiler, küresel güvenlik istihbaratına sahip gerek özel, gerekse açık kaynaklı diğer istihbarat bilgileri ile birlikte harmanlanarak konusunda uzman danışmanlar desteği ile devlete ait bir siber güvenlik stratejisi oluşturmakta kullanılıyor. Bu sayede e-Devlet yapıları, süregelen siber savaşta açıkta duran hedefler olmaktan çıkıp akıllı koruma stratejileri ile donatılmış güvenli çözümler olarak hizmet vermeye devam edebiliyor.

Bu yazı daha sonra düzenlenerek CeBIT Life Magazine 2013 1. Sayı'sında yayınlanmıştır.