06 Haziran 2014

I'm Not A Number... (gerçekten mi?)

Başlamadan
Özellikle sonlara doğru örnek olarak kullandığım "numara"lar... Alınmayın, gücenmeyin; kimseye laf sokmak, hınç ifade etmek, kızmak için değil yazdıklarım. Sadece yaşadıklarımı, hissettiklerimi anlatmak istedim. Eminim ki başka yerden bakınca ben de aynı durumdayım. Buyrun...


- We want information...information...information!
- Who are you?
- The new Number Two.
- Who is Number One?
- You are Number Six.
- I am not a number; I am a free man!
- Muhaha ha ha ha haa (burada yazmakla olmaz, doğrudan "hadi canım" gülüşü; şuna tıklayıp dinleyin!)

Lise yıllarında ilk kez dinlediğim Iron Maiden'in Number Of The Beast albümünün 3. şarkısı The Prisoner'ın başında yer alan bu diyaloğun 1967 İngiliz yapımı The Prisoner dizisinin jeneriğinden alıntı olduğunu çok daha sonra öğrendim. Dizi Türkiye'de de bi ara oynamış ama ben kaçırmışım. Daha sonra 2009 yapımı yeniden çekimini izledim (başrolde şimdilerde John Reese olarak bilinen Jim Caviezel oynar; tavsiyemdir). Sonra da bunun orijinali nasıl ola ki deyip eskisini de tamamladım. Dizi güzel (her ikisi de kendi dönemi çerçevesinde tabi), ama yine de bu replik benim için The Prisoner şarkısının girişi olarak yer etmiştir.

Tüm diyaloğun en çok anlam ifade eden kısmı da gülme faslından hemen önceki "- I am not a number; I am a free man!" cümlesidir bana göre. Yine lise yıllarında okuduğumuz Aldous Huxley'in bilim kurgu kitabı Cesur Yeni Dünya'da (Brave New World) anlatılan, bireylerin kişiliklerini kaybettikleri, kalıplaştırıldıkları bir dünyaya isyanın ifade edilişidir benim için. Zaten The Prisoner dizisinin de temalarından biridir bu.

Tabi, biz ne kadar isyan edersek edelim, 21. yüzyıl ile birlikte gelen ve kitlelerin kolay yönetimi, otomasyon hizmetlerinin basitleştirilmesi gibi olumlu yönleri de konuşulabilecek bir düzen sonunda hepimiz devletlerimiz tarafından birer numaraya indirgendik. İlk önceleri filmlerde gördüğümüz Amerika Birleşik Devletleri vatandaşlarının kullandığı Sosyal Güvenlik Numarası'nın Türkiye uyarlaması olan T.C. Kimlik Numarası bugün hayatımızın vazgeçilmez bir parçası. Devlet dairesinde, bankada, nerede işlem yapacak olursanız olun lazım bu meret. İstesek de istemesek de kurumlar için hepimiz 11 haneden ibaret bir numarayız artık.
WEB'den buldum, doğru mu acaba?

Yeni nesil hayatlarının başından beri olan bir standart olarak kanıksamış vaziyette bu numara işini. Bizler de eskisi kadar genç ve asi olmadığımız için kabullendik artık. "Devlet için bir numara olabiliriz belki ama kendi özel yaşantımızda birer bireyiz" diyoruz için için.

Acaba öyle mi?

Yakınlardaki bir yazımda cep telefonumdaki ve bilgisayarımdaki rehberler ile olan mücadelemden bahsetmiştim. Kimi birbirinin aynı, kimi geçersiz binlerce numarayı derleyip toparlamakla epeyce bir uğraştım uzun lafın kısası. Bu uğraşı sırasında hali ile rehbere eklenmiş her kişi, hatıraları ile birlikte geldi geçti aklımın içinden.

Yıllar önce yediğim içtiğim ayrı gitmeyen üniversiteden arkadaşım; en az beş yıl olmuş telefonla görüşmeyeli. Silmeye kıyamadığım.

İş sebebiyle tanıştığım ama sonra çok iyi dost olduğum o kişi... Bir akıl istemek için en az 3 kere aradım geçenlerde, açmadı; muhtemelen sonrasında da ayıp ettiğini düşündüğü için o aramıyor. Kızgınım kerataya ama anlamıyor da değilim. Yine de dursun rehberde.

Akrabamdır ama çok da sevmem. Görmesem olur ama yine de kan bağı var; o da dursun bir kenarda.

Eski personelim; şimdi uzman çavuş oldu, kim bilir Türkiye'nin neresinde? Bir daha görür müyüm, arar mıyım; o beni bulur mu? Kim bilir?

İş vesilesiyle tanışılanlar, yazlıktan arkadaşlar, havaalanında beklerken sohbet edilenler, benim eski berber (düşünün ne kadar eski)... Bir zamanlar tanınmış olanlar, numarasının bulunmasında fayda olanlar, şunlar, bunlar...

Dününü ayıkladıktan sonra... Nedir bu insanlar benim için bugün diye tartıyorum?

+90 (xxx) xxx xx xx

"I'm not a number..."

Üzgünüm. Ben devlet değilim ama benim için sadece birer numara olmuşsunuz. Bir şekilde...

Kimlik Bunalımı (Post PC #13, Haziran 2014)

İlginçtir ki, her şeyi şirketin kiralayarak kullanımımıza verdiği yeni araba tetikledi. Araba üzerinde bluetooth bir telefon bağlantısı var; onu kullanayım istedim. Rehber gözüküyor gibi arabadaki ekranda, şirket arkadaşlarımı işaretledim sık kullanılanlar listesi için, sıra geldi aileye. Kız kardeşim tamam ama babamı bir türlü bulamıyorum rehberde.

“Tetikledi” sözcüğünü bilerek seçtim; aslında epeydir farkındayım iPhone’daki rehberimin çıfıt çarşısına döndüğünün. Oysa ben iletişim bilgilerini güncel ve düzenli tutmak konusunda oldukça da hassasımdır. Burada sayamayacağım belirli standartlar şeklinde saklanır Outlook’taki Adres Defteri’mdeki kayıtlar. Ama işin içine telefon girince düzen şaştı. iPhone’daki Linkedin’miş Facebook’muş türü uygulamalar da sahip oldukları kimlik bilgilerini rehbere ekleme seçeneği veriyorlar. E, ben de her an herkese erişebilmeliyim, arayanın resmini de görebilmeliyim ya, açıyorum o özellikleri hep.

Sonuç facia. Telefonumdaki kontak sayısı 3000’in üzerinde. Muhtemelen o yüzden de arabadaki rehber uygulaması bi yerden sonra almıyor artık diye düşündüm. Sonrası da başka bir eğlence oldu.

Temizliğe Outlook’tan başlamaya karar verdiğimde ilk kafa karışıklığımı yaşadım. Burada 1854 kişi gözüküyor. Kalan 1000 küsur adam nerede, hiç fikrim yok. Yine de bir yerden eyleme geçmek lazım; büyük bir azimle yaptığım temizlik sonrası 1253’e inmiş durumdayım. Gittim iPhone’dan Facebook ve Linkedin ayarlarını da kapattım. Ama hala telefonda 2305 kişi var. Outlook’la olan irtibatı da kestim. Bir anlığına 0 kişi gördüm rehberde.

Bu noktadan sonra beklentim, Outlook’la ilişkiyi açıp 1253 kişiyi görmek ve de rahat etmekti. Ama öyle olmadı. 2493 diye, daha önce hiç görmediğim bir rakam ile baş başayım şu an. Sonradan keşfettim ki, Outlook üzerindeki Linkedin konnektörü benim 1240 Linkedin kontağımı da alıyor ve illa onları da iPhone’a senkronize ediyor.

Denklemi çözdüm içim rahat. Babamın ismi de çıkıyor arabada artık ama hala ne nereden geldi de rehbere oturdu, tam vakıf değilim.

Bir anlamda iyi kimlik bilgilerinin sosyal medya tarzı bulut nesnelerinde tutulması; sizin müdahalenize kalmadan sürekli güncelleniyor. Ancak çok bilgi kirliliği yaratıyor arkadaş; ben anlıyorum Yıldıray Gökkaya ile Yildiray Gokkaya’nın aynı olduğunu ama aletler için durum farklı. E, telefonunu +90 diye giren var, 0 diye giren var, o 0’ı hiç koymayan var… Netice aynı adamdan 3-4 oluyor rehberde. Arayacaksın; seç beğen.

Rehber seyreltme eylemlerim sürecek ve de sürmeli. Yeni dostlar edinerek rehber kabartma eylemlerim de paralelinde devam ediyor çünkü. Elimde bunca kimlik bilgisi, bir yerden sonra bunalıma yol açıyor; bizzat şahidim.


Bu yazı daha sonra düzenlenerek Hardware Plus'ın 13. sayısında yayınlanmıştır.

Madende Bilgi Teknolojileri (Dört Köşe #22, Haziran 2014)

Üzerinden tan bir hafta geçti. Türkiye 21. yüzyılın bu güne kadarki en büyük maden kazasını 13 Mayıs 2014 günü Manisa’nın Soma ilçesinde yaşadı. Ölen, yaralanan çalışanlar ve yakınları için duyduğumuz üzüntüyü anlatmak mümkün değil. Allah ölenlere rahmet eylesin, kalanlara sabırlar versin.

Olayı duyduğum zaman aklıma takılanlardan bir tanesi de bilişim teknolojileri ve madenler arasında nasıl bir bağlantı olduğuydu. Kamu, bankacılık, telekomünikasyon gibi sektörlerde bilişimin ne şekilde kullanıldığını yıllardır yakından gözlemleme şansım oldu ama madencilik ile olan ilişkisini açıkçası hiç düşünmemiştim.

Elbette ki yaşadığımız acı tecrübe öncelikle çalışan güvenliği ile ilgili bilişimin neler yapabileceğini düşündürüyor. Bu konuda yazılmış oldukça çok makale olduğunu görmek beni hem şaşırttı, hem de mutlu etti bir anlamda.

Öncelikle, RFID teknolojileri ile madenlerde bulunan kişi ve seyyar cihazların yerlerini tespit edecek modeller oluşturulmuş durumda. Normal çalışma esnasında sistem herkesin olması gerektiği yerde olduğunun garantisini, yetkisiz yerlere giriş yapılıp yapılmadığının izlenmesini de sağlıyor. Kaza, çöküntü gibi durumlarda ise madende bulunan kişilere en hızlı nasıl ulaşılacağı konusunda bilgi edinmekte kullanılıyor. Söz konusu teknoloji -40°C ile +85°C arasında çalışma koşullarına sahip. Kapalı madenlerde tek verimli teknoloji RFID iken, açık madenlerde GPS teknolojisinden de yararlanmak mümkün.

Tabi, bu RFID cihazlarının okunabileceği bir de kablosuz ağ teknolojisi lazım. Bununla ilgili de akademik çalışmalar var. Teknolojik detaylarla çok girmek istemiyorum ama madenlerin giriş tipi, havalandırma yapıları vb. parametreler göz önüne alınarak tasarlanmış yeraltı kablosuz ağ şablonları oluşturulmuş.

E, hazır o kadar ağ teknolojisi ile donanmışken ortam sıcaklığı, gaz seviyeleri gibi değerler de gerçek zamanlı olarak gözlemlenerek komuta ve kontrol merkezlerine iletiliyor. Eskiden zehirli gaz sızıntısı olduğunu tespit etmekte kullanılan kanarya tekniğinin yerini de bilişim cihazları alma yolunda.

Olası tüm teknolojilere rağmen, madencilik denince insan faktörü bir madenin sağlıklı işlemesi için en öne çıkan bileşen oluyor muhakkak. Maden çalışanından vazgeçmek mümkün olmasa da, çalışanların kendi iyilik ve sağlıkları adına denetlenmesi de bilişim teknolojileri ile yapabileceklerimiz arasında. Çalışanların aldıkları eğitimler, çalışma saatleri, çalışma koşulları gibi parametrelerin bir iş zekası sistemi ile takip edilmesi konusu literatürde Madencilik Bilgi Sistemi (Mining Information System) olarak yerini almış çoktan.

Tabi ki bilişim teknolojilerinin madencilik sektörüne tek katkısı güvenlik tarafında değil. Madenin verimliliğinin arttırılması tedarik zinciri, müşteri ilişkileri, kurumsal kaynak planlanması gibi bileşenlerle de desteklenerek Madencilik Bilgi Sistemi kavramına daha da geniş bir uygulama alanı sağlıyor.

Son bir haftada edindiğim bu bilgiler bana iki farklı mesaj verdi. Bunlardan birinci ve en önemli olanı disiplinler ve kurumlar arası çalışmanın önemi. Merak ediyorum, üniversitelerimizin kaçının maden ve bilgisayar bölümleri kafa kafaya verip birlikte ne proje üretebiliriz diye düşünüyor acaba? Ve bunların kaçı endüstride faaliyet gösteren firmalar ile birlikte çalışabiliyor? Bu tür çalışmalar kaç kişinin hayatını kurtarabilir, kaç kişinin hayatını daha güzel hale getirebilir, kim bilir?

İkinci mesaj ise kendime. İnsanın arada bir kafasını alışageldiği düzenin dışına da çıkartıp da bakması gerekiyormuş. Bunca yıllık bilişimciyiz, daha öğreneceğimiz ne çok şey varmış. Keşke bunları öğrenme sebebim Soma kazası gibi üzücü bir olay olmasaymış.


Bu yazı daha sonra düzenlenerek Telekom Dünyası'nın 142. sayısında yayınlanmıştır.