29 Nisan 2014

80’lere Dönüş (Post PC #12, Mayıs 2014)


Bizim ergenlik dönemimizde, yani 80’ler dediğimiz zaman diliminde, haliyle internet filan yoktu. Müzik dinlemek için kaset ve pikap, haber okumak için gazete, ilgilendiğiniz konu üzerinde gündemi takip etmek için de dergi kullanırdınız. Artık ilgi alanınıza göre, bazıları hala yayın hayatına devam eden Blue Jean, Hey, Elele, Bilim ve Teknik gibi süreli yayınlar bizler için olmazsa olmazlar arasındaydı.

Teknolojik olarak PC sonrası bir dönemde olabiliriz ama
insan doğası hala PC öncesi dönemdeki davranışlarını
tekrar ediyor.
Furyayı kim başlattı tam olarak bilemiyorum ama o zamanın dergileri de bir ara test kavramına saplandılar. “Duran Duran gurubunun hangi üyesisin?”, “Hangi mevsimsin?” filan türü testleri bu dergilerin her birinde, haliyle içeriğine uygun olarak bulabiliyordunuz. Testi derginin üzerinde mürekkepli kalemle işaretleyerek sizin salim kafayla aynı testi yapmanıza engel olan kardeş ya da arkadaşımıza sevgilerimizi iletirdik hep.

Aradan 30 yıl geçti; o günlerle mukayese edecek olursanız bambaşka bir dünyada yaşıyoruz. Gerek müzik, gerek haber, gerekse de ilgi alanlarımızla ilgili her bir şey elektronikleşti; internetten edinilir oldu. Ama insanın huyu değişmemiş olsa gerek ki bu aralar gene test furyası başladı. “Hangi mitolojik yaratıksın?”, “Hangi Marvel kötü karakterisin?” ve hatta “Tarihin hangi dönemisin?” gibi web üzerinden tıklanarak yapılan testler bu ara ortalığı kasıp kavuruyor.

Tükenmez kalemle işaretlenmediği için iz bırakmayan, tek tıkla sonuçlarınızı sosyal medyadan cümle alemle paylaşabildiğimiz bu testlere bakınca, bir kez daha açıkça görüyorum ki, hangi devir olursa olsun insanoğlu aynı. Kullandığımız cihazlar, teknolojiler gelişiyor ama sonunda bambaşka şeylerle, bambaşka şekillerde aynı şeyleri yapıyoruz. İletişim kuruyoruz, kendimizi ifade ediyoruz, haber alıyoruz, müzik dinliyoruz, dans ediyoruz, oyun oynuyoruz… Seviyoruz, seviliyoruz, birbirimize kaprisler yapıyoruz, mektuplar yazıyoruz, kavga ediyoruz… Test çözüyoruz.

Sadece devirlere göre farklı ifade ediyoruz hayatı; cilalı taş, tunç çağı, PC sonrası diye.

Tabi, yaptığımız şeyler aynı olsa da, güne ve gündeme uygun hareket etmek de insanlığın gereklerinden. O yüzden elektronik aletler ve bilişim teknolojilerinde de eskimiş kalıpları bir kenara koyup güne ve geleceğe uygun yatırımlar ve yapılara geçmek lazım.

Eh, bu noktada da dergimizin WEB işletmenlerine çağrıda bulunuyorum. Lütfen günümüz modasına uyun ve “Hangi teknolojik dönemsin?”, “Hangi HWP kapağısın?”, “Hangi ekran kartısın?” vb. testleri web sitemizde hizmete sokun.

Ben geçen “Hangi HWP yazarısın?” testine girdim, Ersin Akman çıktım.


Bu yazı daha sonra düzenlenerek Hardware Plus'ın 12. sayısında yayınlanmıştır.

28 Nisan 2014

Tribute Albümleri Sevmiyorum

Geçen arkadaşların Facebook sayfalarından gördüm, Ronnie James Dio'ya saygı sunmak adına This Is Your Life diye bir tribute albüm çıkarmışlar. Ekip oldukça sağlam, Anthrax, Metallica, Rob Halford, Scorpions, Doro, Glenn Hughes filan (daha birsürü var da, yormayın beni, yukarıdaki Wikipedia linkinde var hepsi) baya bi ünlü metalci bir araya gelmiş.

Çaldıkları şarkılar da hep sevdiğimiz şeyler. Eh, hal böyle olunca Spotify'ı açıp bir dinlemek farz oldu.

Buyrun, siz de dinleyin This Is Your Life'ı.

Çalanların, söyleyenlerin ellerine, ağızlarına sağlık. Ama yine de bir gerçeği değiştirmediğini gördüm bunun; ben tribute albümleri sevmiyorum.

Nedeni çok basit; o sevdiğim şarkıyı bildiğim hali ile duymayı istiyorum. Tam beklediğim bi yerde gitar girmiyor, davul vurmuyor. Ses başka.

Yanlış hatırlamıyorsam Ritchie Blackmore ile yapılan bir röportajda konserlerde çok rahat sololar atmasına karşın stüdyoda neden bu kadar stresli olduğu ile ilgili bir soru sorulmuştu. Abinin cevabı hoşuma gitmişti. "Konserde attığım soloyu insanlar duyup geçecek; oysa stüdyoda çaldığım hali binlerce insanın kafasına kazınacak" gibi bir açıklaması vardır. Ha, işte o kafasına kazınan adamlardan birisi de benim. İlla orijinali olacak.

Konser kayıtlarına da benzer sebeple çok sıcak bakmam. Keza cover olayı da aynı kefede.

Bu tribute alerjime tek bir istisna vardır, o da A Tribute To ABBA'dır. Gene muhtelif metalci tayfasının bir araya gelerek ABBA şarkıları çaldıkları albümü sevebilme nedenim olarak adamların zaten orijinallerinden tamamı ile alakasız bir aranjman ile farklı bir tını ortaya çıkartmaları olduğunu düşünüyorum.

Maalesef A Tribute To ABBA yok Spotify'da.

Herkesin kendi zevki tabi; saygı duymak lazım. Ama ben klasik ezberciyim; bildiğimden şaşmayayım.

Buyrun, tam ben bunları yazarken fonda Spotify üzerinden açtığım Edguy'un Space Police - Defenders of The Crown albümünden Falco'nun Amadeus'u çalmaya başladı.Tarz farklı ya, bu hoşuma gidiyor işte.


09 Nisan 2014

Uykusuz Günler

Hayatımın uykusuz gecelerle dolu bir dönemi daha başladı. Uyuyamama sebebimi biliyorum; kendimce bir işe kalkıştım. İşin doğası gereği ağır ilerliyor, 3-4 ayı bulur neticelenmesi. Gündüzleri iş, güç derken geçiyor vakit. Akşam da televizyon, bilgisayar başı, hatta gene biraz iş şeklinde oyalayabiliyorum beyni. Ama yatağa kafayı koyunca tilkiler mesaiye başlıyor.

Resim temsilidir; bütün bu olanlar kafamda saç çıkartmadı.
Akşamları bir yudum alkol almak biraz rahatlatıyor gerçi. Ama onu da alışkanlık yapmasın diye inadına içmiyorum. Belki haftada bir.

Benzeri süreçlerden 2011 baharı ve 2012 yazında da geçmiştim. Biliyorum yaşayacaklarımı. Sadece kötü değil; olumlu yanları da var. Bir kere kilo vereceğim, o kesin. Şimdiden 90'ın altı gözüktü bile. Bir de son derece üretken olacağım. Beynin arka planda yoğun çalışması, rutin işlerde de daha randımanlı sonuçlara yol açıyor.

Yatakta yanımda bilgisayar; genel kültürüm artıyor. 2010'da Doctor Who 5 sezon birden hatmetmiştim. 2012 yazı History Channel'ın The Universe belgeselinin 8 sezonunu gördü. 2014 maceramda Through The Wormhole sezon 4 bitti; dün itibarı ile Curiosity'ye başladım. Kitapları saymıyorum bile.

Bu tür olayları tek yaşayanın ben olmadığımın farkındayım. Bir arkadaşımın da benzer bir süreçten geçişine şahit olmuştum. Elimden geldiğince destek olmaya çalışmıştım o zaman. İnsanın kendi kafasında çözmesi lazım bazı şeyleri gerçi ama yine de birilerinin desteğini hissetmek güzel olsa gerek. Kimsenin yapabileceği bir şey olduğundan değil de, işte... Çok şükür ki aile var. Hele ki Emre. Haftasonları beni bir nevi şarj ediyor; ondan aldığım güçle haftanın kalanını çıkartabiliyorum. Cuma akşamları tam tükeniyorum derken, Cumartesi sabahını kurtarıyor keratanın varlığı.

O zaman da söylemiştim arkadaşıma; hepsi bitecek. Üstüne de yıllar geçecek ve geriye dönüp baktığımızda "ben üstesinden geldim" demenin hazzını yaşayacağız. Bilincim bunu bana söylüyor ama... Yüreğim gümbür gümbür, içim kıpır kıpır, karnımda bir burkulma.

Hoşgeldin 2014 baharı.

Pasaport Kontrolünü Geçtikten Sonra

Maalesef insan bazı şeyleri yaşayarak öğreniyor. Bugün İstanbul Atatürk Havaalanı'nda başıma gelen de bu türden bir olay.

Bir güvenlik seminerinde konuşmacı olarak Atina'ya gidiyorum. Allah şirketimizden razı olsun, şirket kredi kartı diye bir icadımız var. Seyahatlerimizde yaptığımız harcamaları bu kart ile yapıyoruz. Uçak, otel zaten seyahat acentesi tarafından ayarlanıyor. Ama taksidir, ufak tefek alışveriştir, haliyle cepte bir miktar da avro olması lazım. Var Garanti Bankası'nda avro hesabım; avro veren bir Paramatik bulmak yeterli.

Her paramatik avro vermiyor gerçi ama, havaalanlarındakilerde var. Ben de o rahatlıkla geldim Atatürk Havaalanı'na. Dış hatlar terminaline girdim, harç pulumu aldım. Pasaporttan geçtim. Ve para çekmeye niyetlendim...

Nedendir bilinmez, Atatürk Havaalanı'nda pasaport kontrolünü geçtikten sonra ATM yok! Bir tek HSBC Lounge'ın girişinde var bir ATM ama o da bizim kartlara ortak nokta muamelesi yapıp avro vermiyor; tek seçenek TL.

Pasaport kontrolünden yeniden geçmek te her zaman yemez!
Pasaport kontrolünden önce var Garanti, onu biliyorum. Ama onun için food court'un oradan geri çıkmanız gerekiyor. Yurt dışı harç pulunuz damgalandığı için yenisini almak lazım. Bi daha pasaport kontrol. Gözüm yemedi.

Anlayacağınız kaldım avrosuz; Yunanistan'a ayak basınca oradan kredi kartından çekeceğim.

Aman aklınızda bulunsun. Nakit çekecekseniz yurtdışına çıkarken, pasaport kontrolünden önce unutmayın.

Meraklısına; Atina için kapı gene 504. Detaylar için bkz. Atatürk ve Venizelos.

06 Nisan 2014

Yeni Dünya’da Çocuklarımızı Bekleyen Tehditler - Siber Zorbalık

Dün, (05 Nisan 2014) Ankara Üniversitesi Geliştirme Vakfı Özel Okulları'nın davetlisi olarak velilere yönelik Yeni Dünya’da Çocuklarımızı Bekleyen Tehditler - Siber Zorbalık başlıklı bir sunum yaptım. Beni layık görüp davet eden ve bu fırsatı veren okul yönetimine öncelikle çok teşekkür ediyorum.

Hepimiz okul çağlarında elimizden gofretimizi alınması, harçlığımıza haraç kesilmesi, bizi şahsen hor gören, küçük düşüren davranışlara maruz kalma türü badireler atlattık. Halen de değişen birşey yok. Daha önce bu tür davranışlar okulumuz, mahallemiz ve konu komşumuzla sınırlı kalıp bir şekilde bu çevre içinde çözülebilmekteydi. Oysa şimdi internete bağlı bilgisayar, cep telefonu, oyun konsolu vb. cihazların çocukların eline düşmesi ile bir anda potansiyel çevre tüm dünya nüfusu haline gelmiş durumda. Çocuklarımızın kiminle, ne şekilde iletişim kurduğunu net olarak bilebilmek mümkün değil.

Çocukların istismar edilmesi yolu ile kredi kartı, kimlik bilgisi türü şeylerin çalınması işin nesnel boyutu. Ancak bilişim teknolojileri kullanarak hakaret, aşağılama, cinsel taciz türü olayların çocuklar ve ergenlik çağındaki gençler üzerinde yaratabileceği travmalar çok daha önemli ve ciddi boyutlarda. Bu tacize maruz kaldığı için intihar etmeye kadar giden 18 yaş altı çocukların sayısı oldukça yüksek.

Konuyla ilgili internette pek çok kaynak var. Her yaştan çocuğu olan ebeveynlerin bu konuda muhakkak dikkat etmesi, çocuklarının siber zorbalığa maruz kalabileceği ya da siber zorbalık yapıyor olabileceği ile ilgili bilinçlenmesi şart.



Yaptığım sunumu da belki faydalanan olur diye buradan paylaşmak istiyorum.

Evlerinizden uzak ama akıllarınızın bir köşesinde olsun siber zorbalık konusu.

04 Nisan 2014

Araba Sevdası (Post PC #11, Nisan 2014)

Alacağımdan değil de, pek çok hemcinsim gibi ben de arada sırada otomobil üreticilerinin web sitelerinde dolanıyorum. E, hazır almayacağım, o yüzden gezindiğim siteler de biraz kalbur üstü markaların siteleri oluyor çoğunlukla.

Yazıyı okumadan ekteki resme bir bakın ve
aklınıza ilk ne geliyor kendinize itiraf edin;
sizce neyin kataloğundan alınmıştır bu resim?
Geçen de yolda görüp beğendiğim için Audi A3 Sedan neymiş, ne değilmiş diye bir bakayım dedim. Flash’la hazırlanmış siteler çok ilgimi çekmiyor, o yüzden direk katalog başlığı altından pdf dosyasını indirip bakmaya başladım. Motordu, koltuktu, LED fardı derken… Ekteki resmin de olduğu sayfa ile “nooluyoruz yahu” oldum.

Efendim, araba 8 mobil cihaza kadar “hotspot” görevi görüyor (dört kişi ikişer cihaz hesabı sanırım), arkadaş e-postaları, SMS’leri okuyor, Facebook’a ve Twitter’a (Twitter özelliği ülkenizin hükümet politikasına göre farklılık gösterebilir; bu metnin yazıldığı an itibarı ile o iş yaş) bağlanıyor. Hani, aynı ikonları ve yazıları araba broşüründe görmesem, tek başına bakınca bir tablet ya da hadi hadi bilemedin yeni nesil fotoğraf makinesi filan ilanı zannederim.

E tabi, bu olgunun Audi ile sınırlı kalmadığını idrak etmem de çok vaktimi almadı. Renault R-Link, Mercedes Mbrace, BMW ConnectedDrive gibi eşdeğer birçok sistem mevcut başka üreticilerde de. Hele ki “Ford, araba içi sistemlerde Microsoft’tan Blackberry’ye geçiyor” başlıklı okuduğum haber beni iyice düşünmeye sevk etti. Yahu kardeşim, hani, bu cümleyi “Goodyear’dan Michelin’e geçiyor” diye yazsanız yadırgamayacağım da, araba üreticisinde bir işletim sistemi savaşı kavramını sadece bilincim kabulleniyor; bünyem değil.

Otomotiv sektöründe her şey ilk önce otobüs ve kamyon gibi ticari sistemlerde başlar. Bu araba içi internet işi de farklı değil. Aslında yıllardır internet’i olduğunu söyleyen (pek düzgün çalışanına denk gelmedim ama olsun) şehirlerarası otobüslere bindik. Yine de, özellikle ABD’de kamyon taşımacılığında internet üzerinden online yük bilgisi, yakıt yönetimi ve hatta ERP ve CRM sistemleri ile entegrasyon çok sıradan bir hale gelmiş.

Bizim A3 şimdilik anca bu olur.
Biz yine bireysele dönersek, araba almaya kalkınca yakıt tüketimi vb.den sonra bi de internette ne numaralar çevirebildiğine de bakmak gerekecek artık. Benim bir sonraki beklentim bu meretlere Spotify, iTunes tarzı bir şey entegrasyonu olur. Böylece radyo, CD vb. dertlerden de tamamı ile kurtulmuş oluruz. Hele arka koltuğa da bir şekilde Marvel Avengers videosu aktarabilirsek, oğlanla her yere rahat rahat gidilir valla. Çok da dert değil gerçi, hotspotmuş madem, veririm eline iPad’ini; Dragon City’de ejderhalarını besleye besleye Çeşme’yi buluruz biz baba oğul… da, bi yerden böyle bir arabayı alacak parayı denkleştirmek lazım.

Bu yazı daha sonra düzenlenerek Hardware Plus'ın 11. sayısında yayınlanmıştır.

PC Sonrası Dönem (Dört Köşe #20, Nisan 2014)

İtiraf ediyorum ki bu aralar işler yoğun. O yüzden gündemi kendiliğinden takip edemiyorum pek; oturup özel olarak vakit ayırmam gerekiyor. Bu işi de genelde Telekom Dünyası ve diğer yazı yazdığım dergilere yazımı yollamadan hemen önceye denk getirmeye çalışıyorum ki olabildiğince güncel şeyler yazabileyim. Tahmin edeceğiniz üzere internetten teknoloji sayfalarında bir tur ile bu işi hallediyorum.

Bu turlar neticesinde dikkatimi çeken bir konu bilişim medyasının ana sayfalarında artık neredeyse bilgisayarlarla ilgili haberlerin çıkmaması. Hani, ilgili bölümlerde “şu işlemci çıktı, feşmekanca ekran kartı” diye bir şeyler var ama manşet haberleri iki farklı alana odaklanmış gibi.

Bunlardan birincisi akıllı alet edevat. Hem bireysel, hem de kurumsal alanda her bir şeyin içinde bilişim barındıran türevleri gündemde.

Bu işe en önce dahil olan alet telefon oldu. İlk çıktıkları 1990’lı yılların sonundan beri cep telefonları ilgi odağı olmayı hiç kaybetmediler. Şu son zamanlarda elimizden düşmeyen ve her bi işi yapabilenler başlı başına bir sektör haline geldi. Hatta tablet diye bir kavramı bu telefonlar yarattı; kronolojik açıdan bakarsanız tablet dediklerimiz ilgili üreticilerin akıllı telefonlarının büyük ekranlı ama telefon özelliği olmayan modelleridir. Derken saatler piyasaya çıktı. Gözlükler yolda. Ayakkabılar, şapkalar, şemsiyeler… Buzdolapları, televizyonlar, bebek kameraları… Bireysel ve ev kullanımına yönelik hemen her bir şeyde bir miktar bilişim var.

Kurumsal kullanım derseniz de, konu Bilgisayarlı Rot Balans kavramını çoktan aştı. IP kameralar, kartlı geçiş sistemleri, akıllı ısıtmalar… Hap şeklinde yutularak endoskopi yapabilen kameralar, boru hattı sızıntı denetleyicileri, araç takip cihazları… Hangi sektöre bakarsanız bakın, bilişim teknolojisi kullanan ama kişisel bilgisayar olmayan cihaz ve çözümlerin konuşulduğunu göreceksiniz.

Gerek kişisel, gerekse kurumsal teknoloji sayfalarında öne çıkan ikinci odak konusu ise açıkça görüleceği üzere iletişim teknolojileri. Sayfalar dolusu 4G teknolojileri, kablosuz iletişim, fiber internet haberleri önünüze çıkıyor teknoloji haberi yayınlayan kaynaklarda.

Bilişim dünyasının alet edevat ve iletişime odaklanması, 1999 yılında MIT bilim adamı David D. Clark tarafından isim babalığı yapılan PC Sonrası Dönem’in (The Post-PC Era) geldiğini bize söylüyor. Clark, bu dönemi servislerle dolu bir ağda farklı türden cihazların bulunduğu bir ortam olarak tanımlamış. Kendi ifadesi ile, saatler ve tost makineleri de dahil herşeyin internete bağlanabildiği, bilişim işlemlerinin esas olarak özelleştirilmiş bilişim cihazları ile yapıldığı ve verinin sabit diskler yerine merkezileştirilmiş barındırıcılarda servis olarak sağlandığı bir dünyayı PC Sonrası Dönem olarak tarif ediyor.

Terime popülerlik kazandıran 2007’de iPhone ve iCloud lansmanlarında bu terimi yoğun olarak kullanan Steve Jobs olmuş. Ancak Clark’ın bu öngörüsünün Başta Bill Gates olmak üzere 1999’dan beri Microsoft yöneticileri tarafından da yoğun ilgi gördüğü biliniyor. Şirketlerinin gelecek yatırımlarını bu öngörüye göre yönlendirenin de sadece bu iki firma olmadığını bugün açıkça görüyoruz; içinde yaşadığımız bilişimli dünya tam da Clark’ın tarifine uymuş durumda.

Bu noktada gerek özel sektör, gerekse kamunun bilişim stratejilerini de bu öngörü ile değerlendirmesi gerektiğini düşünüyorum. Hepimizde şimdiye kadar alışageldiğimiz masaüstü tabanlı yapıyı koruma muhafazakarlığı var; bu bir gerçek. Ancak geleceği kurgulayacak yatırımları yaparken, geçmişin safralarından kurtulmamız ve gelecek döneme bakmamız gerekiyor.

Bu yazı daha sonra düzenlenerek Telekom Dünyası'nın 140. sayısında yayınlanmıştır.

01 Nisan 2014

Empire Of The Undead

Favori Power Metal grubumdur Gamma Ray. Kurucusu, gitaristi ve de vokalisti olan Kai Hansen'i Helloween'in kuruluşundan biliriz aslında. Kendi çizgisini izlemek üzere kurduğu Gamma Ray'i, birkaç eleman değişikliğinden sonra 1997'den beri aynı kadro ile devam ettirmiştir. Ben de hemen her albümünü büyük keyifle dinlemişimdir.

Ancak 2012 yılında, davulda çok da başarılı bulduğum Dan Zimmerman'ın ayrılması beni gerçekten üzdü. Yerine Michael Ehré adında çok da işinin ehli bir vatandaşın geldiği beyan edilmekle beraber, kendisinin bünyeye uyup uymayacağı konusunda ciddi endişe duymaktaydım.

O yüzden de Gamma Ray'in 2014'te çıkaracağı Empire Of The Undead albümünü biraz da ürkerek beklemedim desem yalan olur. Her neyse, albüm 28 Mart'ta çıktı, iTunes'den indirdim. gayetle güzel, keyifle dinlenecek bir albüm.

Edinmenizi tavsiye ediyorum.