29 Nisan 2015

Dedemi Anarak (Hasretname; Otuzbeş Yıl)

Dedem. 39 yıl oldu kaybedeli. Allah rahmet eylesin. Çocukluğumdan hayal meyal tatlı bir anı benim için. İlk torun olmanın lüksü ile en çok keyfini çıkaran da benim muhakkak ki "kara dede"nin.

Tarih 17 Aralık 1969. Ahmet ve Murat Songür
Evinden, yurdundan sürülen, oralara hasretle geçen bir yaşamın insanı. Ahmet Songür. Geçenlerde bir vesile ile, otuzbeş yıl aradan sonra Bulgaristan sınırlarında kalan köyünü tekrar ziyarete gittiğinde yaşadığı hislerini döktüğü şiiri geçti elime. "Hacı İbrâm'ın oğlu Yusuf'un Ahmet" diye doğduğu yerlere olan özlemi.
Daktilo ile yazılı orijinal metni buraya aktarıyorum. Dedem de internet denilen bilgi topluluğunda birkaç bayt olarak yer alsın diye.

Uzun Yıllar hayal olarak yaşadığım bir hakikat âleminin sene-i devriyesi münasebetiyle:

HASRETNAME
OTUZBEŞ YIL

Otuz beş yıl sonra güzel Başkent Sofya’da hasret perdesi yırtıldı, doğdu pırıl pırıl
bir güneş,
O anda karşımıza dikildi Ahmet, Yakup ve Kâmil isimlerinde üç kardeş
O mutlu günümüzü saadet ve sevinç içinde geçirmekte oldular bana eş
Çok şükür kapını açtın bana OTUZ BEŞ YIL

Sabahın serin ve erken saatlerinde Sofya'dan çıktık yola
Sevinçten ve sururdan hiç bakmadık sağa sola
Eski Cuma Garında karşımıza çıkan ilk kula(1)
Ne kadar teşekkür etsek azdır OTUZ BEŞ YIL.

Güzel Osmanpazarı ve sevimli Karabaş köyün uzadıkça uzadı yolları,
Süratle otomobili süren şöförün bile yorulmuştu kolları
Tarihi büyük Höyüğün eteklerine toplanmış köyün sevimli çocukları
Sabırsızlıkla seni bekliyorlardı OTUZ BEŞ YIL.

Yüksek Höyük sanki yeşil bir çuha bürünmüş başını kaldırmış semaya
Yaşlı gözleriyle hazırlanmışlar sevgi ve muhabbetlerini edaya
Güzel ve yanık bir ses kelam ederek başladı nidaya(2)
Sana hoş geldin diyorlar OTUZ BEŞ YlL.

Doğup büyüdüğüm yeşil çayırlarında sekerek gezdiğim köyün adı Karabaş,
Bir anda karşımda buldum büyük küçük candan birçok kardaş
Hepsiyle o anda kucaklaştık sarmaş dolaş
Sana hoş geldin diyorlar OTUZ BEŞ YIL.

Ey Karabaş köyü tam otuzbeş yıldır hasrettim ben sana
Sıcak ve şefkatli sineni bir gonca gül gibi aç bana
Temiz havanı teneffüs etmeye geldim kana kana
Aç aç sıcak sineni bana OTUZBEŞ YIL.

Karabaş köyün güzel ve kahraman çocukları zalim felek ile buldunuz aramı
Tam Otuzbeş yıldır gözle görünmeyen, içten içe sızlayalı derin yaramı
Güler yüzleriniz ve sıcak alâkalarınızla sımsıkı sardınız şifa bulmaz yaramı
Artık sana iyi günler ey OTUZ BEŞ YIL.

28 Mayıs Büyük Tekeler'de kutlanan güzel festival, münevver Gerlova gençliğinin neş'e dolu bayramı,
Bu yolda çok büyük adımlar atılmış hızla yürümüş medeniyet kervanı
O güzel ve tatlı günleri seyretmeye doyamadım gizleyemem hayranımı
Seni candan tebrik ederim OTUZ BEŞ YIL.

Günlerden bir gündü sevgili kardeşim(3) ile gittik merhum Mehmet Babaya
Çok şükür felek bizi kavuşturdu kardeşlere, anaya, babaya
Ne yazık ki bir çokları Rahmet-i Rahman olmuşlar intizar ederler duaya
Aradıklarımın hepsini bulamadım OTUZ BEŞ YIL. 

Tatlı bir rüzgâr esti bizleri uçurdu yeşil köşkler boğazına güzel Şumnu'ya
Sürdü bizi Karadeniz kıyılarına güzel kokulu ve şirin Varna'ya
Bunlar bize ebedi hatıra kalacak daha kıyamete kadar anmaya
Seni temiz sinelerinde gezdiriyorlar OTUZ BEŞ YIL.

Uzun yıllar karanlıkta kapalı kalbimi fetih ettiniz açtınız.
Yanık bağrımı teselli için bütün gücünüz ve kuvvetinizle kaçtınız
Can-ı gönülden gelen sevgi ve muhabbetlerinizi etrafa saçtınız
Bunlar hep senin için değil mi OTUZ BEŞ YIL.

Yemyeşil çimen ve koyu gölgelerle bezenmiş Öküzçü alanına indik
Neş'e ve sevinçler içerisinde oynadık zıpladık tatlı tatlı yedik içtik
İlahi Ya rab o gün bizler ne mesut ve hem de ne bahtiyar idik
Ne tatlı günlerin varmış senin OTUZ BEŞ YIL.

Öküzçü alanı mini mini yavruların cıvıl cıvıl sesleriyle inledi
En büyüğümüz muhterem Ağabeyimiz(4) güzel sesiyle Yeşil Kurbağalar şarkısını söyledi
Topluluk içerisinde bağrı yanıklar bu şarkıyı canı gönülden dinledi
Bunlar hep seni teselli için değil mi OTUZ BEŞ YIL?

Köyümüzün sayın emektar başkanı (5) gür sesiyle Çastık Dağlarını çınlattı
Güzel şarkılarıyla bizleri güle güle katlattı çatlattı
Kardeşlerim bu mutlu hatırayı koskoca ahlat gövdesine perçin etti bağlattı
Ah, ah sen hiç unutulmayacaksın OTUZ BEŞ YIL.

Yeşil Büvet işte ben geldim aç kucağını derin sularına dalayım
Sekiz yaşında iken bacağıma açtığın büyük yaranın intikamını alayım
Artık müsaade ette yıllardan beri yanan yüreğimle serin sularında beş-on dakikacık kalayım
Sana bütün hakkımı helâl edeceğim OTUZ BEŞ YIL.

Uzun yıllar sonra Yeşil Büvetin derin suları yine coştu
İçinde gümbür gümbür yıkanmak ve yüzmek ne hoştu
Bu işin tahakkuku için sevimli bir kardeş(6) çok yoruldu ve koştu
Eski hatıraları canlandırıyorsun değil mi OTUZ BEŞ YIL?

Ey Gürleyek deresi yeşil suların şırıl şırıl akıp gider
Seni seyretmeye doymayan nemli gözler dalıp gider
Yaklaşan ayrılık günleri temiz yüreğimi yakıp gider
Yine kalbimde derin bir yara açmaya başladın OTUZ BEŞ YIL.

Ey Gürleyek deresi: tatlı ve berrak sularına bakmaya doyamadım
Rapor alıp ta günümü uzatmakta dostların sözüne uyamadım
Kardeşlerimin çok mert ve samimi alâkalarına hiçte kanamadım
Neden beni bu kadar sıktın OTUZ BEŞ YIL?

Bir akşam üzeri idi topluca tırmandık, çıktık yüksek bayıra
Bağdaş kurup oturduk halı gibi yemyeşil çayıra
Bu tatlı muhabbetler kalplerde kalacak ebedi bir hatıra
Nihayetsiz ufuklarını seyretmek ne tatlı imiş OTUZ BEŞ YIL.

Bağlar arası, Mezarlık altına gezmeye gittik topluca
Siyah ve kırmızı kiraz ikram etti bize tarihi ihtiyar ağaç sütlüce
Belki bunların hiçte kıymeti yoktur sizlerce
Onu bana sor bana OTUZ BEŞ YIL.

Neş’eli günler süratle geçiyor kalplere çökmeye başladı kara keder
Zalim felek durmuyor çarkını süratle çevirip gider
Bir daha sizleri görmeye gitmek nasip olursa eğer
Otuz gün değil doksan gün sende kalacağım OTUZ BEŞ YIL.

Zalim felek tam otuz beş yıl sana yalvardıktan sonra senden birkaç gün zaman aldım. Mutlu günlerle kardeşlerimin yanında ancak otuz gün kaldım.
Bu müddet içinde ilelebet unutulmayacak hatıralar aldım
Senin aşkınla böyle yaşayacağım OTUZ BEŞ YIL.

Artık hayal olmaya başladı geçen neşeli günlerin hatırası
Unutulur mu hiç yudum yudum içtiğimiz tatlı suların bir damlası
Vallahi tallahi unutmadım unutamayacağım yoktur bu işin şakası
Ne çare elimde değil gönlümden çıkmıyorsun OTUZ BEŞ YIL.

Günlerden bir sabah idi, kararmaya başladı Karabaş köyün aydın ufukları
Etrafımızı sarmıştı çocuğu çoluğu ihtiyarı genci sevimli çocukları
Güler yüzler solmuş elâ gözler yaşlı, çatılmış siyah kaşları
Seni yine tarihe gömmek için toplanmışlardı OTUZ BEŞ YIL.

Buruş gövdeli, kuru dallı tarihi ihtiyar karaağaç sevgilileri toplamış başına
Kadın erkek, ihtiyar genç insaf etmiyor bakmıyor feryadına gözyaşına
Bizi oracıkta hamur etti, karıştırdı hasretin sert ve çetin taşma
Yaşadığım otuz günü tekrar sana terke diyorum OTUZ BEŞ YIL.

Ey adı güzel Karabaş köyü otuz günde doyamadım ben sana
Temiz havanı teneffüs edip tatlı ve soğuk sularından içemedim kana kana
Bu yüzden ayrılıyorum senden ah, ah yana yana
Yine beni hasret çukuruna düşürdün değil mi OTUZ BEŞ YIL?

Yediden yetmişe selâm ve sevgiler sizlere ey muhterem Karabaş köylüler
Asaletiniz, cömertliğinizi ve mertliğinizi her yerde söylediler
Hani bir varmış bir yokmuş diye hikaye ederler
İşte o benim içinde yaşadığım OTUZ BEŞ YIL.

Ey Karabaş köyü sana benden kucak dolusu binlerce selâm
Sana hediye ediyorum gönlümden acizane birkaç kelâm
"Taşı ile, toprağı ile, insanı ile güzelsin ve şirinsin vesselâm”
Ölünceye kadar seni kalbimde böyle yaşatacağım OTUZ BEŞ YIL.

Bütün bunlara rağmen mesut ve bahtiyarım artık ölsem de gam yemem
Sizlerden ümidin fevkinde hüsnü kabul gördüm nasıl teşekkür edeceğimi bilemem
Yaşım elli sekiz ömrüm vefa edip te bir daha sizleri görmeye ya gelirim ya gelemem
Bana hakkını helâl et ey OTUZ BEŞ YIL. 

Ne mutludur bana bu yazılarımla unutulmayacak hatıraları dile getirebildimse
Yakından uzaktan ihtiyar ve genç biri çıkıp ta bana selam yok mu dese
Ey bu yazıyı okuyup ve dinleyen sizlere borç olsun selâm ve saygılarımı ulaştırın herkese
Büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperek hepinizi saygı ile selâmlar OTUZ BEŞ YIL.



Otuz beş yıl hasretini çektiğiniz
kardeşiniz AHMET SONGÜR


NOT : Bu şiirimde vezin ve kafiye aramadan
      tatlı hatıraları dile getirdim.


Şiirde bahsi gecen şahıslar:
(1) Velief
(2) Öğretmen Mehmet
(3) Yunus
(4) Molla Hüseyin oğlu Hüseyin Ağa,
(5) Muhtar Emin
(6) Velief




12 Nisan 2015

Yazamamak

Aylardır boşladım aslında yazı yazmayı. Telekom Dünyası'ndan Zehra, Hardware Plus'tan Ersin korkusu olmasa (hayır, Yıldıray'dan korkmuyorum, o benden korksun) 4 Köşe ve Post PC yazılarını da yazmayacağım. Köşe yazılarını yayınlayarak idare ediyoruz blogu.

Valla öyle değil.

Peki kafa duruyor mu? Yoook, başlayıp da sonu gelmemiş birkaç yazı da var aslında da. Kafa durmadığı için toparlanıp sona ediremedim bir türlü. Yoksa bakın, ahanda Yazılar klasörüm.


Şu İstanbul gidiş gelişleri esnasında geçen zamanı bu işe kanalize etmenin bir yolu olsa; ne süper olur aslında.

Hala buradan keyifli bir şeyler okuma ümidinde olan biriyseniz... Ümidinizi kesmeyin; ben de aynı ümit içerisindeyim.

5 Saniye İçinde… (Post PC #23, Nisan 2015)

Mesajlaşma işinin iyice suyu çıktı artık. Hayatımıza bir de “güvenli mesajlaşma” uygulamaları girdi.

Şu telefonla mesajlaşma olayını hem yoğun olarak kullanıyorum. Hem de sürekli saydırıyorum arkasından. Herkesin tercihine saygı duymak adetten tabi ki de, telefonda kaç tane mesajlaşma uygulaması oldu, vallahi ucunu kaçırdım. Herkes ayrı telden çalıyor.

Babam akıllı telefon kullanmaz, onunla SMS. Ersin’le yazışmamız Facebook Messenger’dan. Şirkettekilerle WhatsApp üzerinden yazışıyoruz; gurubumuz filan var orada. E, oğlan İstanbul’da onunla Skype üzerinden hem görüşüyor hem de gülücük atıyoruz birbirimize.

Bir de benim bir şansım var diyelim, tam biriyle WhatsApp’tan yazışıyorum, hop öbür kenardan SMS geliyor, onu cevaplarken öbüründen bişey yolluyor birisi; sinir olmam için gerekli ortam sağlanıyor.

Bu saydıklarımın derdi yetmezmiş gibi geçen bi arkadaş geldi ve “Abi” dedi “sende Telegram yok mu? A aaa…” Hadi bakalım o neymiş dedik; efendim güvenli mesajlaşma uygulamasıymış. Uçtan uca kriptolu gidiyormuş mesajlar; hatta zamanlayıcı koyuyormuşsun, belirli bir süre sonra kendisini imha ediyormuş o mesaj. Vay canına, hayatımız “Görevimiz Tehlike” olmuş da haberimiz yokmuş.

Çünkü neymiş efendim, WhatsApp’ı Facebook satın alınca WhatsApp’tan atılan mesajların güvenliği sorgulanır hale gelmiş. Öyle ya Facebook’un bu konuda biraz sicili mevcut.

Avrupa’da görev yapan Syldavia casuslarının konumları, Picaros gerillalarının uyuşturucu ticareti, Profesör Turnusol’ün gizli icatları konusunda sürekli mesajlaşan birisi olarak derhal ilgimi çekti bu konu. Hele ki Dr. Aki Ross ile yaşadığımız ilişkinin mesajlarının başkaları tarafından okunuyor olması fikri beni büsbütün çileden çıkarttı.

Ertesi günü bu deneyimimi paylaştığım başka bir arkadaşım “Telegram’ın güvenliği yeterli değil asıl Wickr var, daha da bi güvenli” deyince şalter attı. Daldım alemlere, bakalım neler var diye.

Evet, Telegram açık kaynak kodu ve basit arayüzü ile yoğun tercih edilen bir güvenli mesajlaşma uygulaması. Uzun süredir WhatsApp’a en güçlü alternatif olarak görülüyor. Wickr ise daha janjanlı bir arayüz ve daha iddialı güvenlik özellikleri ile tercih edilen bir noktada. VaporChat daha taze fırından çıktı ama güvenli mesajlaşma algoritmalarına içerik denetimi ekleyerek farklı bir yere oynuyor. Kullanıcılar gönderdikleri mesajlardaki içeriklerin tamamının ya da bir kısmının kopyalanması vb. konularda da kısıt getirebiliyor. Gliph, Threema, Secret, Whisper, Snapchat gibi başka alternatifler de var.

Var da, tabi bu uygulamalara ne kadar güvenebilirsiniz, o bambaşka bir konu. Eğer mesajlaşmalarınız için paranoyaya kapıldıysanız, kodunu kendinizin yazmadığı hiçbir uygulamaya güvenmemeniz gerekir. Ne belli adamların “valla dinlemiyoruz” deyip de aslında çatır çatır her şeyi kaydetmedikleri?

Naçiz önerim, bu güvenli mesajlaşmadır filan, kullanın elbette de… Hani, ne yazışıyorsunuz da kim dinleyince ne olacak? Kasmayın.

Bu sayfa bu 5 saniye içinde kendini imha edecek. Ona göre.

Bu yazı daha sonra düzenlenerek Hardware Plus'ın 23. sayısında yayınlanmıştır.

WEB”de Bir Gezinti (Dört Köşe #32, Nisan 2015)

Tanıyanlar bilir; bilgisayarda program yazmaktan pek haz etmem. Aslında görsellik ile ilgili kısımlar beni sıkar; yoksa daha lise yıllarında Z80 işlemci için matris işlemleri yapan makine kodu yazmışlığım vardır da… O sonuçların ekrana “havalı” bir şekilde çıkartılması için atmam gereken taklalar beni yorar. Master tezimde geliştirdiğim programın fonksiyonel kısmını tekdönemde bitirmiş, iki dönem arayüz ile cebelleşmiştim. O zamanlarda görsel tasarım araçları olmadığından ekranları yok Pascal’mış, yetmedi C++’mış ile oturup siz oluşturuyordunuz.

Aynı yıllarda tanıştığım web sayfası kavramını sevmemin altında bu görselleştirme işini çok basite indirgemiş olması yatar. Özel bir HTML düzenleyicisi bile kullanmanıza gerek yoktur; “edit” ya da “vi” kullanarak gayet güzel içeriklere sahip sayfalar oluşturabiliyordunuz. Aynı sayfa GUI ortamındaysanız Netscape ile, metin tabanlı bir konsoldaysanız da “lynx” kullanarak gayetle keyifle okunuyordu.

Elbette ilk başlarda WEB ortamında sunulan içerik bu kadar zengin değildi. Ancak işin standart olması hayatı çok kolaylaştırıyordu. Artık herkesin “html”ce ortak bir paylaşım dili bulduğunu düşündüğümü hatırlıyorum.

Ancak web teknolojilerindeki gelişmeler o görüşümü haksız çıkardı. Önce Java diye bir şey girdi web hayatımıza. Çok atraksiyonlu sayfalar yapılıyordu da, o herkesin ortak paylaştığı sade dil gene programcıların hakim olduğu alana doğru kaymıştı artık.

Ardından Flash, Shockwave, ActiveX gibi etkileşim eklentileri geldi ve işin tüm esprisi kaçtı. Artık bir WEB sayfasını düzgün görmeniz için yapmanız gereken bir dizi ödev vardı. Tarayıcınız şu olacak, üstüne feşmekanca eklenti yüklenecek… Tasarımcı sizde olmayan bir tarayıcı için, hadi git bakalım bir de onu yükle bilgisayarına. Ayrıca bu bahsi geçenlerin de kendi sürüm dertleri var; o sayfa eklentinin şu sürümü ile doğru görünüyormuş da, öbür sayfa başka sürümünü istermiş. E, ikisi de aynı makinede çalışmıyor.

“Bu sayfa en iyi xxxx tarayıcısı ile görüntülenmektedir” ifadesinden oldum olası nefret etmişimdir o yüzden. Ne demek yani, ortak bir yazılım dili ile özgürce bilge paylaşımı vaat eden sistemin geldiği hale bak.

Bir de tarayıcı seçimi konusu var. İlk zamanlar Netscape’den başka bir şey bilmezken bir anda ortalık Internet Explorer egemenliğine geçti. İnanması zor ancak Internet Explorer’a dönüşün altında yatan temel etkenlerden bir tanesi daha hızlı olması idi. Ancak daha hızlısı Opera’ydı ki, aynı zamanda çoklu pencere kavramını ilk ortaya koyan tarayıcıdır.

Internet Explorer’ın yavaşlığına cevap olarak çıkan Firefox, Google’ın bu işte ben de varım dediği Chrome tarayıcıları modern tarayıcı savaşının ana oyuncuları oldular; üstelik çoklu işletim sistemi desteği ile. Çoklu sekme bu tarayıcılarla standart haline geldi. Yine de hala tam bir oturmuşluk söz konusu değil. Flash, Java vb. çoğu eklenti platform ve tarayıcı kombinasyonu seçiyor.

Tabi, bir de işin mobil tarayıcı bacağı var. Özellikle cep telefonları için sayfaların görünümünü farklı ayarlamak bir sorun. Mobillerde de bir sürü eklenti desteklenmiyor.

Bu noktada imdada HTML5 yetişiyor. Eklenti vb.ye gerek kalmadan tüm platformlar için modern içerik sağlayabilen tek bir dil olma iddiasında. Hala farklı tarayıcıların HTML5 algısı biraz farklı olsa da, şimdilik üzerinde mutabık kalınan yeni bir “tek” standart oluşmuş gibi.

Odağın oturması ile birlikte yeni nesil bir tarayıcı kuşağı geliyor. Midori, Vivaldi gibi projeler üzerine kurumsal ağırlık çöken Internet Explorer, Chrome gibi tarayıcılara alternatif olarak çıktılar. Bu gençlik havasından faydalanmak isteyen Microsoft da Internet Explorer’ı bitirip Project Spartan kod adlı tarayıcı ile karşımızda olacak önümüzdeki günlerde.

Anlayacağınız, webde gezinti yapmak için hala bir takım detayları değerlendirip tercihler yapmak durumundasınız. Adına “seçme özgürlüğü” deniyor ama flash içerikli siteleri rahat rahat gezmek için linux’u seçemiyorsunuz işte; resmi olarak desteklenmiyor. Şöyle bir arkanıza yaslanıp hiç dert etmeden webde gezemeyeceğinizi web tarihinde yaptığımız gezinti gösteriyor sanırım.

Bu yazı daha sonra düzenlenerek Telekom Dünyası'nın 152. sayısında yayınlanmıştır.