31 Aralık 2013

Haliyle, Her Şey Daha Güzel Olacak

Malum yılın son günü. Bir haftadır gazeteler, televizyon kanalları, web siteleri, herkes 2013'ün seceresini çıkartıyor. Bir kere her yerde bir "2013'te kaybettiğimiz ünlüler" konulu kolaj çalışmasına denk gelmek mümkün; Allah hepsine rahmet eylesin. Gezi olayları, hayatını kaybeden körpecik insanlar... Onlara da gani gani eylesin. Yolsuzluklar, terör, Suriye'de kimyasal savaş, dolar aldı başını gidiyor. Ne berbat bir yıl geçirmişiz yahu.

Eh, kişisel olarak da tatsızlıklar olmuştur muhakkak. Ailelerden, eşten, dosttan kayıplar, hastalıklar, boşanmalar, ekonomik dertler, iş sorunları.

Evet, bugün bütün bunların yaşandığı 2013 bitiyor. Usulden, bütün bunların yaşanmadığı bir yeni yıl dilemek ama, gerçekçi olursak seneye bugün de 2014'te yaşadığımız felaketlerin ve üzüntülerin muhasebesini yapıyor olacağız. Ve 2015'te ve 2016'da...

Böyle bakınca dükkanı kapatıp gitmek geliyor içimden. Ama iki şey var ki beni ayakta tutuyor.

Birincisi, o kötü saydıklarımın yanında sayabileceğim bir sürü güzel şey de oldu 2013'te. Severek çalıştığım bir işim var, yeni bir 3D TV ve yeni bir araba aldım, Emre'yle çok güzel bir yaz tatili geçirdim, sonra okula başladı sıpa; onu o okul kıyafeti içinde görmeye bayılıyorum. Özetle her şey de kötü değildi.

Evet, bayılıyorum!
Ve ikincisi... Umut. Olabilir, belki de 2013 gelmiş geçmiş en kötü yıldı. Madem dibe vurduk, Neredesin Firuze'de Haluk Bilginer'in felsefesi ile "Dipte yatan o balik gibiyiz. Kuma yattık bekliyoruz, ses yok faça yok, aniden çarpacaz" demek düşer bize de. O zaman, 2014 ve sonrasında işler olsa olsa daha iyiye gidebilir. Bu kadar basit. Hatta onun şarkısı bile vardır yahu. Hadi,bir kaset koyayım da şöyle bir neşelenin dostlar.


Yeni yılınız kutlu, mutlu ve umutlu olsun.

13 Aralık 2013

Reklam Daha Önemli

İstanbul Sabiha Gökçen Hava alanına vardınız. Birinci güvenlikten geçtiniz. Önceden yapmadıysanız, check-in işlemlerinizi hallettiniz. Artık ikinci güvenlikten geçip uçağa bineceğiniz kapıya gitmeye hazırlanıyorsunuz. E, haliyle uçak hangi kapıda, rötar var mı vb. merak ettiniz. Kafanızı kaldırıp bilgi panolarına bakarsınız herhalde. Tıpkı benim yaptığım gibi.

Ha, orada durun bakalım. O iş o kadar kolay değil. Gayet havalı düz ekran monitörler (bizim teknolojideki adıyla Digital Signage ekranları) ve dahi arkadaki dev ekran (ona da Video Wall diyoruz biz) şeklindeki o panolara reklam almışlar. Olabilir, uçaktı, kapıydı vb.ydi arasında iki de reklam görelim ne olacak dedim de. Yahu bitmiyor reklam. Hani, Allah’tan acelem yok ben beklerim de. Son dakika yetişeni var, koştura koştura.

Üşenmedim, zamanlamayı ölçmek için videoya çektim. Buyrun. 2 dakika reklam. 20 saniye bilgi (ki o da 10’ar saniyelik iki farklı ekran şeklinde; yani sizin uçağınızı görebilmeniz için sadece 10 saniyeniz var). Sonra bir daha 2 dakika reklam.

12 Aralık 2013, saat 20:43

Başka bir yerde reklam alınmamış avam bilgi panoları var mı diye baktım. Ben göremedim.

Keza, ikinci güvenlikten geçtikten sonra, kapınıza vasıl olduğunuzda baktığınız ekranlar da aynı düzende.

Demek ki, havaalanında nereye gideceğiniz, uçağınızın nereden kalkacağından daha önemli bir konu var. O da havaalanı işletmesinin reklam geliri. Kredi kartı, teknoloji, giyim kuşam ile beyniniz yıkanırken, arada fırsat bulursanız evinize gidecek uçağın yerini ve saatini de öğrenebilirsiniz.

02 Aralık 2013

Hani Her Şey Daha Kolay Olacaktı? (Dört Köşe #16, Aralık 2013)

Bilişim ve bilgi teknolojilerinin hayatı kolaylaştırmak, daha refah içinde yaşayan bir toplum oluşturmada 21. yüzyılın en etken araçlarından birisi olacağını söyledik ve hayal ettik. Bunu özellikle çekilen çeşitli bilim kurgu temalı filmlerde görmeniz mümkündür. İnsanların işe gitmeden, evinden iş yaptığı, ailelerine ve kendilerine daha çok vakit ayırdıkları, sanat, spor türü etkinliklere ağırlık verdikleri bir gelecek resmini seyrettik.

Çoğumuz için o gelecek çoktan gelmiş olmalıydı; o hayallerin kurulduğu zamanki teknolojilerin ışınlanma ve ışık hızını geçme dışında neredeyse tamamına sahibiz. Peki, her şey daha kolay mı; hayat daha güzel mi? Değil.

Sanırım hesaplanamayan, piyasaya her arz edilen teknolojinin beraberinde eşdeğeri bir talebi de getirdiği. Telekomünikasyon dünyası bunun en güzel örneklerinden birisini bize verdi belki de; cep telefonu. Uzay Yolu dizisi için 1966 yılında hayal olan teknoloji, hayal edilişinden 30 yıl sonra hayatımızın bir gerçeği haline geldi. Ancak, bizler bunun getirdiği rahatlığı çok kısa bir süre yaşadıktan sonra hayatımızın bir standardı haline getirdik. Daha önce 15 günde bir konuştuğumuz kişi şimdi 15 dakika geç cevap verse telefonuna olay oluyor. Bilişim teknolojileri de paralel aşamaları yaşadılar. Eskiden e-posta atıldıktan 15-20 dakika sonra düşerdi alıcının önüne. Şimdilerde telefonda konuşurken, “e-posta atıyorum, attım, geldi mi?” noktasındayız.

Bilişim teknolojilerinin aslında yaşam biçimimizi değiştirdiği gerçeğinden çıkarak artık günlük hayatımızda her şeyi daha hızlı bekler olduk. Eskiden pasaport almak aylar sürerdi; şimdi birkaç gün içinde evinize geliyor. Eczaneden ilacınızı almak için sağlık karnesi vb. bir ton kırtasiyeye ihtiyaç duymadan bir şifre ve kimliğiniz ile alabiliyorsunuz. Daha da arttırabileceğim bu örneklerin hemen hepsinin altında ülkemizde yapılmış başarılı bilişim projelerinin katkıları var. Bu projelere emeği geçen, teknoloji sağlayan herkes işin bir ucundan katkı sağlayarak günlük hayatta kullandığımız belirli servislerin daha hızlı ve kolay olmasını sağladı. Ancak bireysel servislerin hızlanması, kolaylaşması ile bu servislerin beslediği diğer servisler de eşdeğer düzeyde hizmet bekler oldular.

Her yerde ulaşılabilir, her zaman ulaşılabilir bir teknolojiye sahip olabilirsiniz. Ancak belirli bir anda size bir tek kişi ulaşabilir. Yine de bu birden fazla kişinin size ulaşmaya çalışmasına engel değil. Kaldı ki siz o an ulaşılmak dışında başka bir iş de yapmak durumunda kalabiliyorsunuz. Eczaneye 10 kişi geldiğinde tek bir eczacı olduğu için yine sıra beklemek durumundasınız. Ya da eczanenin camında “Cuma’ya gittim döneceğim” yazısı da görebilirsiniz. Ama bu hızlı servisler çağında, kimsenin beklemeye vakti yok.

İşte bu noktada devreye artık makineleri sokmamız gerekiyor. Çünkü makineler tek bir iş için tasarlanıyor, o iş dışında da akılları ya da bedenleri başka yerlere gitmiyor. Aynı anda birden fazla yerle de konuşup, çok sayıda işi paralel de yürütebiliyorlar.

Bulut bilişim ve büyük veri sistemlerinin çeşitli uyarlamaları ile makineler artık gerçekten sadece kendileri arasında iletişim kurarak, aradan insan faktörünü çıkararak belirli servisleri değil, hayatımızı kolaylaştıracak noktalara doğru gidiyorlar. Makineden makineye (“M2M” - Machine to Machine) adını verdiğimiz kavram işte bu noktada devreye giriyor.

Evet, şu an teknolojinin yarattığı hıza ve karmaşaya ayak uyduramıyor gibi durabiliriz. Ama sıkın dişinizi, az kaldı. Makinelerin hızından biz kurtarmaya yine makineler geliyor. Önümüzdeki ay bu konuya değinmek istiyorum.


Bu yazı daha sonra düzenlenerek Telekom Dünyası'nın 136. sayısında yayınlanmıştır.

Ne Vardı Bu Kadar Değiştirecek? (Post PC #07, Aralık 2013)

Sohbet esnasında tam bu ifadeyi kullanmam ama burası dergi.

Mart başından bu yana kullanıyorum. iPhone 5. Daha önce başka yazılarda da belirttim, ben bu yeni nesil aletleri yoğun kullanmakla beraber tüm işlevleri ile de kullanamam. Alo? Alo. Outlook’taki rehber, e-posta ve takvim de senkronize. Telefonla ilişkimin %80’i budur. Kalanı sosyal medya, bazen banka uygulaması; ha bi de oğlan eline geçirdiğinde ona oyun.

Keyfim son derece yerindeydi. Aklımda telefonumu değiştirmek, yenilemek ile ilgili hiçbir şey yoktu. Benim için de değerli olan oydu zaten; beynimi bu konu ile ilgili her türlü dertten, tasadan arındırmak.

Derken iOS 7 denen işletim sistemi güncellemesi çıktı. Herkesin pek bir heyecanla beklediği o güncelleme benim için başıma yeni bir bela anlamına geldi. Şu an haldır haldır yeni telefon arıyorum kendime.

Neden mi? O kadar basit ki. 4 haneden oluşan PIN kodumu giremiyorum iOS 7’de. Yani, giriyorum girmesine de, sayın telefonun keyfini bekleye bekleye. Ben tez canlı adamım. Tık, tık, tık, tık diye bastım mı bitmeli o iş. iOS6 zamanında oluyordu. Şimdi bazen oluyor. Bazen olmuyor. Bilemiyorum ki, algıladı mı, algılamadı mı, ne yaptı herif? Aletin üzerinde bilmemkaç çekirdek var; benim derdim de uranyum çekirdeği parçalamak değil, bakmadan ekrana 4 tane rakamı girmek.

Benimki bişey değil. iPhone 4 serisi cihaz kullanan arkadaşların yaşadıklarını hiç anlatmayayım.

Soğudum ya Apple’dan, alternatif bakıyorum. Sırf bir arkadaşım ısrar etti diye bir hafta kullandım Note 3. Bir haftada 2 kere kilitlendi ve tekrar başlattı kendini. Zaten oldum olası çok sıcak bakmam Android’e. Onca cihaz arasında niye Note 3 derseniz, Quad Core işlemci vb., daha ne olsun, performans adına diye bir. Bir de 5.7” phablet nasıl oluyormuş onu göreyim istedim. Performansa diyecek bir şey yok ama benim Türk usulü güdük ellerim yüzünden tek elle kullanılmıyor. Evet, itiraf ediyorum, araba kullanırken de sağ elimle ekranın sol yakasındaki yeşil açma tuşuna yetişmiyor başparmağım.

Kaldı Windows 8’ler; yani Nokia’lar. 1020 ya da 925’e kaydı gönlüm ama yeni nesil Quad Core işlemcili 1520’nin özellikleri çekici geldi. Hoş, demin de dedim ya, 5.7” büyük geldi bana, 6” hiç olmaz. Mecburen bekleyeceğim, 9xx serisi quad core işlemcili modelleri. Onlar da kim bilir ne zaman.

Of Apple, off. Yazılım denilen meretlerin zaman içerisinde bizden gelen isteklere, piyasanın eğilimlerine göre geliştirilmesi ve güncellenmeleri gayet doğal bir şey tabi ki. Senin işletim sistemin de istisna değil. Yap gerek görsel, gerek işlevsel olarak bana daha hitap edecek bir şey. Ha, geldi mi senin de başına Microsoft’un XP’den Vista’ya geçişte yaşattığı? Olabilir, ama en azından biz o zaman XP ile devam etme şansına sahiptik. Sen bizi mahkum ettin iOS7’ye.

Gerçi, tek derdimiz bu olsun.

Bu yazı daha sonra düzenlenerek Hardware Plus'ın 7. sayısında yayınlanmıştır.