08 Eylül 2014

Afiyet Olsun (Post PC #15, Ağustos 2014)

Akşam iş çıkışı okuldan, eski şirketten, şuradan, buradan birileriyle buluşup yemeğe gitmeye karar verdiniz. Kapıdan girdikten sonra olanlara bir bakalım.

Yer seçtikten sonra oturdunuz ekipçe. Daha menü gelmeden cep telefonları çıkarılıp masanın üzerine konuldu. Fotoğraflar çekildi, check-in yapıldı, son bi mail kontrol ya da her neyse işte. O sırada menüler geldi, şöyle bir açıldı ya da açılmadı, ama lafa dalındı, telefonla bişeyler daha yapıldı; Foursquare’den nesi meşhur diye bakıldı filan. Garson geldi o sırada, siparişinizi alacak. Adamcağız daha ağzını açamadan “Wireless şifresi ne?” diye masadan karşı saldırı yapıldı garsona. Genellikle mekanın telefon numarasını içeren o yaratıcı şifre size söylendi; belki de sizin ricanızla bizzat garson tarafından telefona girildi. “Karar verdiniz mi?” sorusunu sormaya hak kazandı artık ama sorunun cevabı tabi ki “hayır”. Ama size yardım etti çocuk, onun hatırına şööööyle bir bakırken menüye ya biri aradı ya da Whatsapp’tan bişey düştü. Sayfa açık gene telefonla oynarken tekrar gelen garsona ayıp etmemek için o sayfadan ilk gözünüze kestiğinizi söylediniz artık. Yahu, salatanın içinde de kuşkonmaz varmış; sevmem ki ben… Neyse.

Ara sıcaklar vb. yavaştan geliyor artık. Hemmen önümüzde yemeklerle, birbirimizin ağzına çatalla lokma verirken resimler çekilmeye başlandı. “Dur, dur ben de bakıcam”, “ayy gözüm kapalı çıkmış”, “garson bey bi de benim telefonla çekseniz noolur”, “benimkiyle çek asıl benimki 41 Megapiksel” aşamaları yaşanmak zorunda, yoksa yemeğin bereketi kaçar. Eh, çekilenleri Facebook’a, Instagram’a yüklemek için de biraz mesai harcandı da, bu sefer de yemeğin sıcağı kaçtı. Hadi benimki salata (niye salata söylediysem) bişey olmaz ama et, vb. söyleyenlerinki buz oldu, bi daha ısıtıp getirseniz. Yeniden ısınan yemeğin de tadı kaçtı ama olsun. Hadi afiyet olsun.

Yemeği yerken de gözümüz telefonda. Tweet attık o kadar, hashtagler; Face’ten Like’lar geldi, yorumlara anında cevap yazmamız lazım. İki çatal yemek, bir lokma ekmek, bir yudum su, bir Face. Rahmetli anneannem bana öyle öğrettiydi; sonuncusu hariç tabi. Neyse, yemek de bitti, çekeceğimizi çektik, cevaplarımızı verdik, mutluyuz, karnımız da tok, sosyal medyamız da.

Şimdi hesap zamanı. Hesap gelene kadar mail gelmiş mi filan diye de bi bakayım. Şuna da bir cevap yazayım dedim de kart şifresi diye telefonun pin kodunu girdim o arada, sarı tuş mu geri alıyordu?

Ayrılık zamanı. Hoşçakalın millet. Masadan kalkarken SMS yazdığım için garsonu görmeyip adama çarpıp elindeki kahveyi üstüme dökmem dışında çok keyifliydi. Uzun zamandır birlikte olmamıştık, çok iyi vakit geçirdim ben şahsen, tıpkı eski günlerdeki gibi.

(Amerika’da bir restoran aynı menüyü sunmasına rağmen, 2004 yılında müşterilerinin kapıdan girip çıkma süresinin ortalama 1 saat 5 dakika olduğunu, 2014’te ise bu sürenin 1 saat 55 dakikaya uzadığını güvenlik kameralarının görüntülerine dayanarak tespit etmiş.)

Bu yazı daha sonra düzenlenerek Hardware Plus'ın 15. sayısında yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder